28 Mart 2018 Çarşamba

Yazar Nedim Gürsel’le Türkiye-Fransa İlişkileri ve Fransa Siyaseti Hakkında Mülakat


5 Nisan 1951 tarihinde Gaziantep’te doğan Nedim Gürsel[1], Balıkesir’de 6 Eylül İlkokulu’nda okudu, ardından İstanbul’da Galatasaray Lisesi’ni ve Fransa’da Sorbonne Üniversitesi Modern Fransız Edebiyatı bölümünü bitirdi. Aynı üniversitede "Karşılaştırmalı Edebiyat" alanında Nazım Hikmet ve Aragon üzerine Prof. Etiemble’ın yönetiminde doktora çalışması yaptı. Halen Fransa Bilimsel Araştırmalar Merkezi’nde (CNRS) Araştırma Direktörü olarak çalışan Nedim Gürsel, ayrıca Paris INALCO’da (Doğu Dilleri Yüksek Okulu) Türk Edebiyatı dersleri vermektedir. Öğretim üyeliğinin yanı sıra gazetecilik de yapan yazar, PEN Yazarlar Derneği, Paris Yazarlar Evi ve Akdeniz Akademisi üyesidir. İlk yazısı 1966 yılında “Yeni Ufuklar” dergisinde yayımlanan Gürsel, çok sayıda edebiyat dergisinde öykülerinin yanı sıra, çağdaş düşün ve edebiyat akımları üzerine kaleme aldığı yazılarıyla da yer aldı. “İlk Kadın” adlı öyküsü İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından 1995’te sahnelendi. Radio France Internationale’de ve Berlin Radyosu’nda programlar hazırlayan Nedim Gürsel’in öykü, roman ve incelemeleri, başta Fransızca olmak üzere tam 12 dile çevrildi. Ayrıca eserleri, Boğaziçi, Sorbonne ve Nanterre üniversitelerinde yapılmış çok sayıda doktora tezine konu oldu.[2] Edebiyatın hemen her dalında ürün veren Nedim Gürsel’in kitapları Fransa başta olmak üzere 25 ülkede yayımlandı, bazı öykülerinden yapılan tiyatro uyarlamaları Türkiye ve Avrupa ülkelerinde oynandı. Yazar, DAAD adlı kurumun davetlisi olarak bir yıl Berlin’de kaldı; Fransa, Almanya, İtalya ve Türkiye gibi pek çok ülkede hakkında incelemeler ve doktora tezleri yapıldı, belgeseller çekildi. Nedim Gürsel’in aldığı ulusal ve uluslararası ödüller şunlardır: Türk Dil Kurumu Ödülü (1976), Abdi İpekçi Barış Ödülü (1986), Fransız PEN Kulüp Özgürlük Ödülü (1986), Haldun Taner Öykü Ödülü (1987), Struga Altın Plaket Ödülü (1992), Radio France Internationale Öykü Ödülü (1992), France-Turquie Ödülü (2004), Fransa Hükümeti Edebiyat Şövalyesi Nişanı (2004), Mevlânâ Dünya Kardeşlik Ödülü (2009), Türkiye Yayıncılar Birliği İfade Özgürlüğü Ödülü (2009), Balkanika Vakfı Uluslararası Roman Ödülü (2012), Fransa Akdeniz Roman Ödülü (2013), Türk Dünyası Kızıl Elma Ödülü (2016), Türkiye-Avrupa Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı Ödülü (2018). Nedim Gürsel’in kitapları Doğan Kitap tarafından yayımlanmaktadır Gürsel, Leyla Gün Gürsel ve Dilay Alin Gürsel adında iki kız çocuğu babasıdır.

Dr. Ozan Örmeci: Sayın Gürsel, yoğun temponuzda mülakat önerimizi kabul ettiğiniz için size öncelikle çok teşekkür ederim. Sizi ağırlamak bizim için büyük bir onurdur. Asıl mesleğiniz olan edebiyattan bugün biraz uzaklaşarak, size Uluslararası Politika Akademisi (UPA) olarak bizim uzmanlığımız olan siyaset hakkında sorular sormak istiyorum. Türkiye ve Fransa basınında önceki Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın Türkiye gezisi öncesinde sizinle özel bir yemek yediği ve Türkiye’deki gelişmeler hakkında fikirlerinizi aldığı söylenmişti. Bir Türk yazarın siyasette ve Türkiye-Fransa ilişkilerinde bu denli etkin olmasının Türk okurları için gurur vesilesi olmasını bir kenara koyarsak, bu görüşme hakkında bize bilgi verebilir misiniz?

Nedim Gürsel: Fransa eski Cumhurbaşkanı François Hollande’la Elysée Sarayı’nda yediğimiz öğle yemeği boyunca konuştuklarımızı açıklamam doğru olmaz. Kendisinin özel konuğu olarak Türkiye’ye yaptığı resmi ziyarete de katılmıştım. İlk kez bir Cumhurbaşkanı’nın uçağında yolculuk yaptım. Çok şey gözlemledim, ilginç olaylara tanık oldum. Bunları zamanı gelince yazmayı düşünüyorum. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim: bu resmi ziyaret sayesinde, Hollande’dan önceki Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy döneminde kilitlenen Fransa-Türkiye ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde, az da olsa bir ilerleme kaydedildi. Uzun süredir bekleyen bir fasıl bile açıldı. Ne var ki, gerekli yakınlaşma, ekonomi alanındaki ilerlemeye rağmen, siyasi düzeyde sağlanamadı.

Nedim Gürsel ve François Hollande

Dr. Ozan Örmeci: Yıllardır Fransa’da yaşıyor ve bu ülke kültürünü çok iyi biliyorsunuz. Fransa’da yeni seçilen Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un dünyada estirdiği güçlü bir sempati rüzgârı var. Buna karşın, Cumhurbaşkanı Macron’un sosyal hakları kısmen azaltan reformlarına yönelik güçlü tepkiler gelişmeye başladığını da görüyoruz. Siz şu an Fransa’daki durumu nasıl görüyorsunuz?

Nedim Gürsel: Şu an Fransa’da, Cumhurbaşkanı Macron’un özellikle SCNF’de yapmak istediği reformlara büyük bir tepki var. Memur ve emekliler de, emekçilerle birlikte sokağa döküldü. Önümüzdeki aylarda grevlerin süreceği anlaşılıyor. İş yasasında yapılması öngörülen reformlar da benimsenmiş değil. Cumhurbaşkanı’nın işi zor; bakalım Fransa için bu gerekli reformları yapmayı başarabilecek mi, göreceğiz. Öte yandan, radikal İslamcı çevreler de hala etkin. Cihatçı terör, Fransa’nın en önemli sorunu olmaya devam ediyor. Alınan önlemlerin yeterli olup olmadığı tartışılıyor. Macron, hem Avrupa yanlısı bir söyleme sahip, hem de merkezi ve güçlü bir iktidar kurma peşinde. Elbette demokrasiden ödün vermeden… Fransa, Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu durum gibi, özgürlükleri ve hukuk devletini askıya alan bir ülke görünümünde değil. İyi ki de değil…

Frankofon bir Türk aydını: Nedim Gürsel

Dr. Ozan Örmeci: Fransa-Türkiye ilişkilerinde önceki Cumhurbaşkanı François Hollande döneminde Nicolas Sarkozy dönemine kıyasla gözle görülür bir ilerleme yaşanmıştı. Ancak Ermeni Meselesi, Kıbrıs Sorunu, Türkiye’nin AB üyeliği ve Türkiye’deki demokratik ilerleme gibi birçok konudaki anlaşmazlıklar aşılamamış ve daha ziyade üslup ve niyet bağlamında bir yumuşama yaşanmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son Fransa ziyaretinde Emmanuel Macron’la görüşmesinden sonra da benzer bir atmosfer basına yansıdı ve Cumhurbaşkanı Macron tarafından Türkiye’nin AB üyeliğinin çok zor olduğu açıkça belirtildi. Siz Macron-Erdoğan ikilisi döneminde Türkiye-Fransa ilişkileri bağlamında bir ilerleme yaşanabileceğini düşünüyor musunuz?

Nedim Gürsel: Türkiye-AB ilişkilerinde bir ilerleme sağlanabilmesi için, Türkiye’nin Kopenhag kriterlerine uyması gerek. Ne yazık ki ülkemiz her geçen gün bu kriterlerden biraz daha uzaklaşıyor. Bu durumda AB ile müzakere sürecinin kesilmemesi bile büyük mucize sayılmalıdır. Türkiye’de yalnızca iktidar değil, yandaş medya da her fırsatta AB’ye meydan okuyor. Fransız basınında bu konuda çok yazdım. Meraklısı görüşlerimi oradan okuyabilir.

Nedim Gürsel ve Sebastien de Courtois bir ödül töreninde

Dr. Ozan Örmeci: Kitaplarınızda tartışmalı konulara girmekten kaçınmıyorsunuz. Yeni yayımlanacak çalışmalarınız hakkında okurlarımıza bilgi verebilir misiniz?

Nedim Gürsel: Bu ay Fransa’da iki kitabım çıktı. İlki erotik öyküm kitabım Tehlikeli Sevişmeler’in Fransızca çevirisi. Etreintes Dangereuses başlığıyla Le Passeur yayınevi tarafından yayımlandı. Bu başlık, Laclos’un Les Liaisons Dangereuses’üne bir atıf, ama kitabın içeriği elbette çok başka. İkinci kitabım doğrudan Fransızca kaleme aldığım akademik bir çalışma: La Seconde vie de Mahomet. İslam peygamberinin Batı’daki, özellikle de Fransa’daki algısı üzerine. Ortaçağ’dan bu yana Hz. Muhammed’in bir roman kahramanı olarak anlatıldığı metinleri inceledim. Her iki kitabımın da ilgi göreceğini umuyorum. Bakalım La Seconde vie de Mahomet. Fransa’dan sonra kendi ülkemde de yayımlanabilecek mi?

La Seconde vie de Mahomet

Dr. Ozan Örmeci: Size çok teşekkür ediyor, başarılarınızın devamını diliyoruz. Ayrıca Türkiye ve Fransa arasında kurmuş olduğunuz dostluk köprüleri nedeniyle de size şükranlarımızı sunuyoruz. Saygılarımızla…


Röportaj: Dr. Ozan ÖRMECİ
Tarih: 28.03.2018


[1] Yazar hakkında bilgiler için; https://tr.wikipedia.org/wiki/Nedim_G%C3%BCrsel.
[2] Yazarın kitaplarına şu adresten ulaşılabilir; https://www.idefix.com/Yazar/nedim-gursel/s=251674.

22 Mart 2018 Perşembe

Yeni Kitap: Ejder'in Ayak Sesleri: Dünya Siyasetinde Çin Halk Cumhuriyeti


Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Genel Koordinatörü ve Beykent Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Ozan Örmeci'nin Çin Halk Cumhuriyeti siyaseti ve dış politikasına dair yazdığı önemli makaleleri, kitap özetlerini ve diğer akademisyenlerle yaptığı röportajları bir araya getirdiği yeni kitabı Ejderin Ayak Sesleri: Dünya Siyasetinde Çin Halk Cumhuriyeti, Cinius Yayınları tarafından yayımlandı. Kitapla ilgili tüm bilgilere aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.

Yayınevi: Cinius Yayınları
Dizisi: Çağdaş Türk Yazarları
Türü: Araştırma-İnceleme
Cilt Bilgisi: Karton
Kağıt Bilgisi: 2.Hamur
Basım Tarihi: Mart, 2018
Sayfa Sayısı: 237
Kitap Boyutları: 16 x 23 cm
ISBN No: 978-605-296-652-5
Barkod No: 9786052966525
Etiket Fiyatı: 24 TL

Dünya siyasetinde ve küresel ekonomide gücünü her geçen gün daha fazla hissettiren Çin Halk Cumhuriyeti, coğrafi uzaklık, Türkiye’nin Batı ülkelerine yakınlığı ve kültürel farklılıklar nedeniyle ülkemizde fazla tanınmayan bir medeniyet ve devlettir. Çin’le ilgili algılar, daha çok Çin Komünist Partisi’nin hâkim olduğu tek partili yönetim sistemi, Doğu Türkistan Türklerini ilgilendiren ve milliyetçi kesimde tepki yaratan Uygur Sorunu ve Çin’in devasa nüfusuyla sınırlıdır. Son yıllarda Çin malı ürünlerin Türkiye ve dünya piyasasında artması nedeniyle ucuz Çin malı algısı da bu ülke hakkında ortalama Türk zihninde belirmeye başlamış bir algıdır. Ancak bu basit algılar dışında, Çin Halk Cumhuriyeti, siyasi, askeri ve ekonomik anlamda kendine özgü bir model yaratmayı başarmış ve son yıllarda başarısını kanıtlamış çok önemli ve güçlü bir devlettir. Bu devlet, birçoklarına göre, içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda dünya siyasetinde Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte oyun kurucu aktörlerden birisi olacaktır. Elinizde tuttuğunuz bu kitap, Çin Halk Cumhuriyeti siyaseti ve dış politikasına dair güncel gelişmeleri ve tarihsel bilgileri bir araya getiren bir çalışmadır.

Satın almak için;


19 Mart 2018 Pazartesi

CFR Oturumu: Tarihsel Perspektifte Rusya-Batı İlişkileri



Amerika Birleşik Devletleri’nin saygın düşünce kuruluşlarından birisi olan Council on Foreign Relations (CFR), birçok konuda zaman zaman çeşitli tartışma, oturum ve paneller düzenlemekte ve ABD ve dünya kamuoyunu küresel politikada yakın gelecekte yaşanabilecek gelişmeler hakkında önceden haberdar etmeye çalışmaktadır. Kurumun Ekim 2017 tarihinde düzenlediği “Russia and the West: A Historical Perspective” (Tarihsel Perspektifte Rusya-Batı İlişkileri) adlı panel de bu açıdan oldukça faydalıdır.[1] Oturumda Amerika’nın önemli Rusya ızmanlarından Stephen Sestanovich[2] moderatörlük yaparken, katılımcılar Ukrayna uzmanı gazeteci-yazar Anne Applebaum[3], Kissinger Associates yöneticisi ve Rusya uzmanı eski ABD Başkanı (George W. Bush döneminde) danışmanı Thomas Graham[4] ve Stalin dönemi uzmanı akademisyen Stephen Kotkin’dir[5].

Panelin kaydı

Panelde ilk konuşmacı olan Stephen Kotkin, Stalin dönemini incelediği kitap çalışmasından yola çıkan moderatör Sestanovich’in “Rus halkının dna’sında otoriter ve tek adam yönetimleriyle yönetilmek mi var” sorusuna cevaben, öncelikle siyasi kültür argümanının bu açıdan çok önemli olduğuna dikkat çekerek başlamakta, ancak kendisinin bu durumu daha ziyade jeopolitik açıdan açıklamaya çalıştığını belirtmektedir. Kotkin’e göre; Rusya, her zaman dünya siyasetine dair büyük emelleri olan bir devlet olagelmiş; ancak bu devletin ekonomik ve siyasi kapasitesi buna her zaman uygun düşmemiştir. Bu nedenle, Rus devleti, Batı ülkeleri ile arasındaki kapasite farkını genellikte devleti jeopolitik amaçları için araçsallaştırmak yoluyla kapatmayı denemiştir. Stalin’le Putin’i farklı dönemlerde liderlik etmeleri ve birbirlerinden çok farklı kişilik yapıları nedeniyle karşılaştırmanın yersiz olduğuna da dikkat çeken Kotkin, buna karşın her iki liderde de kişisel yönetim eğilimi ve devleti araçsallaştırma yaklaşımının bulunduğunu iddia etmiştir. Ayrıca Kotkin’e göre, Rusya ile ABD ve genel olarak Rusya ile Batı dünyasının ilişkilerinin bozulması otoriterleşme ya da Putin’in kişilik yapısıyla da doğrudan ilgili değildir; zira iki tarafın çıkarları birbirleriyle net olarak çelişmektedir.

Daha sonra söz alan gazeteci-yazar Anne Applebaum, Putin yönetimini tek bir liderin kararları doğrultusunda hareket eden bir siyasi irade olarak düşünmenin yanlış olduğunu, zira Rusya’da tek adam yönetimini yücelten ve bu yönetime sadakatle hizmet eden binlerce kişi (bürokrat) olduğunun altını çizmektedir. Rus devletinin karmaşık bir yapısının bulunduğunu ve Stalin ve Putin gibi liderlerin belli ideolojik değerler doğrultusunda sisteme yön çizdiğini iddia eden Applebaum, Stalin döneminde devletin aşırı ideolojik bir yapıya büründüğünü, Putin dönemi içinse böyle bir karşılaştırma yapmanın zor olduğunu belirtmektedir. Ayrıca Applebaum’a göre, Amerikalıların “Putin’i değiştirirsek herşey düzelir” mantığı da hatalı olabilir; zira Rusya’da süregelen kişiselleşmiş ve karizmatik lider odaklı yönetime karşın, ortada hala işleyen bir siyasal sistem söz konusudur.

Üçüncü konuşmacı olan Thomas Graham ise, Rusya’da on yıllardır “oligarşik yönetim” modelinin bulunduğunu söylemekte ve moderatör Stephen Sestanovich’in Rusya’nın 60 yıldır süren Destalinizasyon çabalarının sonucunda şimdilerde popüler bir Stalin’e (yani Putin) sahip olduğu görüşünü onaylamaktadır. Graham’a göre, Rusya’daki yönetim tarzı kişiselleşmiş yönetimden ziyade oligarşik yönetimdir. Ancak oligarşinin, gücünü koruyabilmesi ve sistemi ayakta tutabilmesi için kendisine liderlik edecek güçlü bir figüre ihtiyacı vardır. İşte geçmişteki meşhur Rus Çarlarından Stalin’e, ya da bugün Putin’e uzanan süreçte Rus siyasi sistemini açıklayan temel olgu budur. Stalin döneminde işlenen insanlığa karşı büyük suçların bugün bile Rus toplumunda fazla bilinmediğini ve Stalin’in hala İkinci Dünya Savaşı’nda Nazileri mağlup eden ve Rusya’yı zafere taşıyan başarılı bir kurucu lider gibi algılandığını belirten Graham, Rusların, Büyük Petro (Deli Petro), Büyük Katerina (2. Katerina) ve Stalin gibi otoriter kurucu ve modernleşmeci liderlerin etkisiyle, şimdilerde Putin’i de kurtarıcıları gibi gördüklerini iddia etmektedir. Rusya ile ABD ilişkilerinin tarihine de soru üzerine kısaca değinen Graham, Rusya ile ABD arasındaki rekabetin daha 19. yüzyıldan itibaren başladığını ve Mançurya ve Japonya gibi bölgelerde iki ülkenin geçmişte rekabet ettiğini hatırlatmakta, Bolşevik Devrimi ardından geçen tanımama döneminin ardından İkinci Dünya Savaşı sonrasında konjonktürel bir yakınlık yaşandığını, ama Soğuk Savaş ile birlikte rekabetin kalıcı hale geldiğini vurgulamaktadır.

İkinci turda ilk konuşmacı olan Anne Applebaum da, İkinci Dünya Savaşı sonlarında Nazilere karşı geliştirilen Amerikan-Rus ittifakının abartılmaması gerektiğini; zira Stalin’in bu dönemde -İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde bir ara nasıl Nazilerle ittifak kurmayı uygun gördüyse- Batılılarla ittifak kurmayı kendisi açısından faydalı bulduğu için böyle hareket ettiğini ve taraflar arasında ilkeler bağlamında hiçbir zaman uyuşma olmadığını söylemektedir. Putin’in Batı ile ilişkilerinde temel sorunun, Rus liderin Batılı değerleri kendi yönetimi ve Rusya için sakıncalı bulması olduğunu iddia eden Amerikalı gazeteci, demokrasi ve insan hakları gibi kavramların Rus coğrafyasında bir tür “Batı’nın Truva atı” gibi görüldüğünü söylemektedir. Putin’in 2014’te Ukrayna’da yaşananlar sonrasında şoka girdiğini ve demokrasinin nasıl kendi aleyhine dönebileceğini gördüğünde hemen ABD Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton’ı suçlamaya başladığını iddia eden Applebaum, bu nedenle meselenin NATO ya da ABD ile ilişkilerden öte, Rusya’nın ve lideri Vladimir Putin’in Batılı değerlerin yayılması durumunda ayakta kalamayacağına dair korkusu olduğunu vurgulamaktadır.

İkinci turda yine söz alan Stephen Kotkin ise, bu turda daha önce söylenenlere katılmakta ve ABD ile Sovyet Rusya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda kâğıt üzerinde müttefik olarak görülmelerine karşın, birlikte koordineli askeri operasyonlar düzenlemediklerini ve bu nedenle bu dönemdeki Amerikan-Rus ittifakını Amerikan-İngiliz ittifakı gibi değerlendiremeyeceklerini belirtmektedir. Hitler’in savaş öncesinde İngilizlere karşı Stalin’i küçük ortağı olarak yanına almaya çalıştığını, ama daha sonra bu ittifakın yürümediğini hatırlatan Kotkin, Rusların tarihsel olarak diğer devletlerle başarılı ittifaklar kurabilen bir devlet olmadığını ve sadece kendi şartlarının kabul edilmesi durumunda ittifak ilişkisine girebildiklerini ifade etmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyeliği kazanan Rusya’nın işte bu miras üzerinde gücünü hala koruyabildiğini belirten Amerikalı akademisyen, bir kez daha ABD ile Rusya’nın çıkarlarının örtüşmediğine vurgu yapmaktadır. Yazara göre; ABD, dünyada bölgesine liderlik edebilecek hegemon güçlerin oluşmasına karşı çıkarken, Rusya da tam tersine, kendi bölgesinde diğer devletleri ezen bir hegemon güç olmaya gayret etmektedir. Dolayısıyla, jeopolitik açıdan bu iki devlet (ABD ile Rusya) birbirine rakiptir. Dahası, iki ülkenin değerleri de birbirlerinden tamamen farklıdır. Rusya, devletin korunması ve büyütülmesi esaslarıyla kurulu bir devlet yapısına sahipken, ABD için demokrasi ve özgürlük gibi değerler daha ön plandadır. Bu durum, elbette Rus-Amerikan ilişkileri şimdikinden daha iyiye gidemez anlamına gelmemelidir; ancak sorun kesinlikle liderler arasındaki uyumsuzluk, diyalog eksikliği ya da tercüme hatası değildir. Sorun, iki ülkenin çıkarları ve değerlerinin birbiriyle uyuşmamasıdır. Kotkin, Soğuk Savaş döneminde yaşanan yumuşama (detant) sürecini de, alternatiflerin aşırı riskli olmasının yarattığı kaygılar nedeniyle zorunlu olarak yaşanmış bir dönem olarak açıklamaktadır. Zira Kotkin’e göre; o dönemde Rusya ile savaş senaryolarını gören ABD Dış İşleri eski Bakanı Henry Kissinger, tüm dünyanın yok olmasına sebebiyet verebilecek bu planları görünce, Rusya ve Çin gibi ülkelerle ilişkilerde yumuşamayı (detant) savunmaya başlamıştır.

Thomas Graham ise, ikinci turdaki konuşmasında, Rusya’nın Soğuk Savaş sonrasındaki ABD ile yakınlaşma sürecinin de abartıldığını; zira Rusya’nın bu dönemde (Boris Yeltsin dönemi) stratejik zaafiyetleri nedeniyle ABD ile yardımlaşmaya muhtaç kaldığını belirtmektedir. Rusya’nın toptan bir çöküş bu dönemde ABD ve Batı ile yakınlaşmak dışında başka bir alternatifinin olmadığına dikkat çeken Graham, Moskova açısından bakıldığında, bunun iki ülke arasındaki sorunları çözme amaçlı bir yaklaşım içermediğini ve sadece Rusya’nın ayakta kalabilmesini amaçladığını iddia etmektedir. Zaten kısa sürede iki ülke arasındaki çelişkilerin yeniden su yüzüne çıktığını belirten Graham, bu dönemin ardından kısa süre içerisinde Vladimir Putin iktidarının başladığını ve Batı (ABD) ile zıtlaşmanın yeniden gündeme geldiğini hatırlatmaktadır.

Anne Applebaum, üçüncü turdaki konuşmasında, Dmitri Medvedev döneminde Rusya ile Batı ülkeleri arasında yaşanan yakınlaşmanın bir nevi yeni bir detant olduğunu; bu dönemde Avrupalıların ve özellikle de Almanların Medvedev yönetimine büyük yatırım yaparak, Rusları olumlu yönde adımlar atmaya teşvik ettiklerini vurgulamaktadır. Ancak Medvedev’in Devlet Başkanı gibi davranmasına karşın gerçekten Başkan olamadığını ve ipleri o dönemde Başbakan olan Putin’in elinde tutmaya devam ettiğini söyleyen Applebaum, bu nedenle bu dönemde yaşananların kısa süreli kaldığını ve Rusya’nın yeniden tam ters yönde bir yörüngeye doğru hareket etmeye başladığını iddia etmektedir. Daha sonra Putin döneminin özelliklerine odaklanan Applebaum, Putin’in Rus halkına daha fazla demokrasi ve özgürlükler değilse bile, istikrar ve daha iyi yaşam standartları sözü verdiğini ve bu sözlerini özellikle iktidarının ilk yıllarında yerine getirdiğini söylemektedir. Ancak son dönemde bu açıdan iyi performans gösteremeyen Putin’in, daha çok “Rusya’yı güçlü ve büyük bir devlet yapmak” gibi devletçi ve milliyetçi duygu ve düşüncelerle seçmenleri mobilize edebildiğini kaydeden konuşmacı, Rusların Putin’le birlikte dünya siyasetinde yeniden bir süpergüç gibi algılanmaya başlamalarından çok memnun olduğunu da sözlerine eklemektedir. Buna karşın, Applebaum, Putin’in Ukrayna’daki gelişmeleri iyi değerlendiremediğini ve bu nedenle Kırım ilhakı sonrasında Doğu Ukrayna’daki gelişmeler bağlamında istediklerini elde edemediğini belirtmektedir. Bu anlamda, Doğu Ukrayna’da Novorossiya adlı yeni bir devlet kurulmasının henüz mümkün hale gelmediğinin altını çizen konuşmacı, bu nedenle Putin’in taktiklerinin daha çok Rusya içerisinde başarı kazandığına işaret etmektedir. Applebaum, ayrıca Rusya-Ukrayna ilişkilerini Birleşik Krallık (Büyük Britanya) ile İrlanda arasındaki ilişkiye benzetmekte ve günümüzde İrlanda Cumhuriyeti’nin bağımsız bir devlet olduğunu hatırlatarak, tarihsel ilişkilerin zaman içerisinde değişim gösterebildiğine dikkat çekmektedir.

Stephen Kotkin, üçüncü ve son turdaki konuşmasında, Rus siyasal düşüncesinde küçük devletlerin egemenliklerine saygı gibi bir yaklaşımın olmadığını ve Rusların daima daha küçük devletleri büyük devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerinde kullanılan piyonlar gibi gördüğünü belirtmektedir. Kotkin, ayrıca, Vladimir Putin’in Polonya, Baltık devletleri ya da Ukrayna algılamasının tamamen bu devletlerin kendisiyle mi, yoksa ABD ve Avrupa ile mi hareket edeceği düşüncesi temelinde şekillendiğini ve demokratik meşruiyet ya da halk eğilimi gibi unsurların Rus devlet katında gözardı edildiğini vurgulamaktadır. Bu açıdan Rusların devletlerin iç işlerine karışmama ya da egemenliği gibi kavramlara yabancı olduklarını hatırlatan Kotkin, Putin’in Ukrayna olaylarını da tamamen Batı’nın ve onun Ukrayna’daki maşalarının bir oyunu olarak gördüğünü sözlerine eklemektedir.

Thomas Graham ise, bu sonuncu turda, Ukrayna’nın -Kievan Rus dönemi nedeniyle- tarihsel açıdan Rusların zihninde çok özel bir konumunun olduğunu vurgu yaparak, Putin’in Ukraynalılar ve Rusların “tek millet” olduğunu iddia eden sözlerini hatırlatmakta ve Ukrayna’nın Rusya için asla vazgeçilmeyecek belki de tek devlet olduğunu belirtmektedir. Graham, tüm bu nedenlerle, Ukrayna’daki etnik Rusları ve Rusya-Ukrayna tarihsel ve kültürel bağlarını da siyasal araçlar olarak kullanan Putin’in Ukrayna’dan asla vazgeçmeyeceğinin altını çizmektedir.

Panelde, daha sonra soru-cevap bölümüne geçilmektedir. Panelin genel bir değerlendirmesi yapılırsa; çok özel ve daha önce hiç duyulmamış önemli bilgiler verilmese bile, panelin Rusya-Ukrayna ilişkileri adına iyi bir hafıza tazelemesi yaptığı söylenebilir. Ayrıca dün yapılan Rusya Devlet Başkanlığı seçimlerinde Rus lider Vladimir Putin’in yüzde 75 oranında çok yüksek bir oyla yeniden seçilmesi ve 2024’e kadar Rusya’nın başında kalmayı garantilemesi, panelde de vurgulandığı gibi, onun siyasal taktiklerinin Rusya içerisinde çok başarılı olduğunu göstermektedir. Lakin bu durum, Rusya’dan batıya doğru ilerledikçe geçerli değildir; zira Putin, bugün birçok Avrupa ülkesi ve ABD’de olumsuz bir lider olarak algılanmaya başlamıştır. Bu nedenle, Rusya’nın da artık uluslararası sorunların çözümüne destek sağlayan sorumlu bir devlet olarak davranmaya başlaması, ekonomik sorunlar nedeniyle zor durumda olan Rus halkının ve Rus siyasal elitinin lehine bir gelişme olacaktır. Zira Rusya gibi çok güçlü bir devlet dahi, uluslararası sistemden, özellikle de Batı dünyasından dışlanmayı kolay kolay kabullenemez ve bunun olumsuz sonuçlarını kolaylıkla atlatamaz…

Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] Panelin transkripti için; https://www.cfr.org/event/russia-and-west-historical-perspective.
[2] Hakkında bilgiler için; https://en.wikipedia.org/wiki/Stephen_Sestanovich.
[3] Hakkında bilgiler için; https://en.wikipedia.org/wiki/Anne_Applebaum.
[4] Hakkında bilgiler için; https://www.carnegiecouncil.org/people/thomas-e-graham.
[5] Hakkında bilgiler için; https://en.wikipedia.org/wiki/Stephen_Kotkin.

15 Mart 2018 Perşembe

2019 Sera l’Année des Elections en Turquie


Après le coup d’état manqué de 15 juillet 2016, la Turquie est toujours en état d’urgence. Le Président de la République Monsieur Recep Tayyip Erdoğan est devenu le chef indiscutable du pays grâce à l’état d'urgence instaurée et sa victoire au référendum en avril 2017 (avec 51.4 % des suffrages) pour transformer le système politique de la Turquie en système présidentielle. A cause de coup d’état manqué qui a été organisé par la communauté islamique de Fethullah Gülen selon l’Etat turc, Monsieur Erdoğan a commencé à écraser l’opposition et il a créé une bureaucratie plus fidèle à son autorité. Des bureaucrates proches à la communauté islamique de Fethullah Gülen ont été emprisonnés et congédiés pendant ce processus. Erdoğan a ainsi trouvé son « sauveur » quand le leader du Parti d’Action Nationaliste (MHP) Monsieur Devlet Bahçeli a affirmé qu’il va supporter Monsieur Erdoğan pour l’élection présidentielle en 2019 et il a déclaré qu’il exige de faire un pacte électoral avec l’AKP. L’économie de la Turquie semble en plein forme selon les statistiques macro-économiques, mais en vérité les citoyens ordinaires s’appauvrissaient depuis deux ans. De plus, la Turquie a initié une opération militaire (le rameau d’olivier) en Syrie pour combattre contre le DAECH (l’ISIS) et les militants kurdes (PYD-YPG). Cette opération a une tendance à mal influencer l’économie du pays. En outre, la qualité de la démocratie turque est toujours en déclin et il existe une augmentation visible concernant la fuite des cerveaux dans les années dernières. Alors, on peut dire ce n’est pas la « belle époque » de la Turquie. Mais en 2019, la Turquie va organiser trois élections qui peuvent aider le pays à faire un nouveau commencement et résoudre les problèmes. Dans ce texte, je vais analyser les trois élections de la Turquie en 2019.

Monsieur Recep Tayyip Erdoğan

La première élection en Turquie en 2019 sera les élections municipales qui seront organisées en le mars 31, 2019. Monsieur Erdoğan et son parti l’AKP (Parti de la Justice et de Développement) est toujours le favori pour les élections municipales. Les partis politiques islamistes dirigent les deux plus grandes métropoles de la Turquie -İstanbul et Ankara- depuis 1994. Monsieur Erdoğan était lui-même le maire d’Istanbul pendant 1994-1998 et les élections municipales ont aidé au mouvement islamiste turc à accéder le financement pour pouvoir instaurer leur modèle de gouvernance. La majorité des électeurs turcs sont des gens rationnels et ils votent pour le parti qui peut amener des services meilleurs à leurs villes. Alors, l’AKP possède l’avantage de gouverner la Turquie depuis 16 années et contrôler tout le financement à Ankara. Cependant Monsieur Erdoğan a fait un élan assez risqué l’année dernière et il a changé ses deux tours (Melih Gökçek à Ankara et Kadir Topbaş à Istanbul) dans le jeu d'échecs qui joue contre les sécularistes. Maintenant le maire non-élu d’Istanbul est Mevlüt Uysal et le maire non-élu d’Ankara est Mustafa Tuna. Uysal et Tuna sont des gens inconnus au sein du peuple turc et ne sont pas détériorés auparavant. Ils peuvent encore gagner les élections si Monsieur Erdoğan approuve leur candidature.

Mevlüt Uysal and Mustafa Tuna

Néanmoins, comme Monsieur Erdoğan a perdu la majorité en Istanbul et Ankara l’année dernière dans le referendum pour le système présidentiel, il peut aussi choisir des gens plus connus de son parti comme ses candidats. Par exemple, Monsieur Binali Yıldırım, le premier ministre de la Turquie, peut devenir le candidat de l’AKP en Istanbul. Monsieur Yıldırım était le ministre de Transportation de la Turquie et comme le plus grand problème d’Istanbul est l’embouteillage, il peut devenir un maire idéal pour Istanbul. Monsieur Yıldırım est un populiste de droite mais contrairement à d’autres politiciennes d’AKP, il est intègre et légitime.

Binali Yıldırım

Le seul parti qui peut contraindre l’AKP en Turquie maintenant est le pro-séculaire CHP (Parti Républicain du Peuple). Le chef de CHP Monsieur Kemal Kılıçdaroğlu va probablement choisir son député Mehmet Akif Hamzaçebi comme son candidat à Istanbul. Né en Trabzon, Monsieur Hamzaçebi peut devenir un candidat charismatique et fort contre le candidat de l’AKP et peut commencer une nouvelle période de promotion pour son parti. D’autre part, Monsieur Hamzaçebi doit préparer des projets concrets pour les problèmes des citoyens d’Istanbul comme celle de l’embouteillage, la transportation publique et la cherté de la résidence en Istanbul.

Mehmet Akif Hamzaçebi

Egalement à Ankara le CHP peut faire une surprise. En 2014, le CHP avait choisi Monsieur Monsieur Yavaş, un politicien venant de la tradition de MHP (Parti d’Action Nationaliste) et a fait une augmentation visible parmi ses votes. D’autre part, Monsieur Yavaş aussi a perdu l’élection contre Melih Gökçek même s’il y avait des objections contre les résultats. Le CHP peut choisir Monsieur Yılmaz Büyükerşen (le maire extraordinaire d’Eskişehir), Monsieur Muharrem İnce (le leader d’opposition dans le CHP et une star politique du populisme gauche-nationaliste), Monsieur Levent Gök (un député populaire d’Ankara), Monsieur Murat Karayalçın (le maire d’Ankara pendant 1989-1994 et l’ancien ministre turc des affaires étrangères) et Monsieur Özgür Özel (la nouvelle star politique de CHP) aussi comme leur candidat d’Ankara. En Izmir, le CHP est confident de sa victoire si Monsieur Kılıçdaroğlu approuve la candidature de Monsieur Aziz Kocaoğlu (le maire d’Izmir depuis 2004)  ou trouve un autre candidat.

Meral Akşener

La deuxième et la troisième élection de 2019 en Turquie seront organisées le 3 novembre  2019. L’élection parlementaire n’est plus l’élection plus importante en Turquie car le nouveau système politique présidentiel du pays a fait le parlement (le TBMM) une institution faible. Cependant, concernant le prestige et les pouvoirs législatifs, l’élection parlementaire est encore importante. Tous les sondages montrent que l’AKP va gagner l’élection parlementaire en 2019 mais le support pour le parti peut varier entre 40 % et 50 %. Avec seulement 40 % des votes, l’AKP et Monsieur le Président peut avoir des temps plus difficiles quand il y a des crises politiques et économiques. Mais un support plus de 45 % va faire l’AKP et Monsieur Erdoğan assez confortable. Concernant l’élection parlementaire, le vote de Bon Parti (İyi Parti), un nouveau parti de centre-droit, est encore un mystère. Les sondages montrent que le parti peut obtenir un vote entre 5 % et 15 %. Cette possibilité veut dire un bon commencement pour Madame Meral Akşener, le leader du parti. Alors le MHP peut rester au-dessous de le seuil électoral de 10 % à cause de Bon Parti. C’est pourquoi, Monsieur Bahçeli va probablement essayer de faire un pacte électoral avec l’AKP. Le CHP peut avoir 20 % - 25 % des votes car Madame Akşener va prendre des votes des électeurs de CHP aussi. Le HDP peut rester entre 9 % et 13 % car le parti a perdu son leader charismatique Monsieur Selahattin Demirtaş et le tempérament antikurde en Turquie maintenant reste peu de chances pour ce parti.

İlhan Kesici

La plus importante élection sera l’élection présidentielle. J’ai déjà commenté en l’élection présidentielle il y a quelques semaines et j’avais conclu que Monsieur Erdoğan est toujours le grand favori pour le post de la Président de la République, mais si les partis d’opposition comme le CHP et le Bon Parti soutiennent un candidat commun comme Monsieur Abdullah Gül, Madame Meral Akşener ou Monsieur İlhan Kesici, ils peuvent avoir une chance contre Monsieur Erdoğan. Les sondages nous disent que ces trois politiciens ont des chances assez fortes contre Erdoğan si l’élection ne finisse pas au premier tour. D’autre part, Monsieur Erdoğan est très attentif et il fait des efforts pour élargir son pacte électoral avec le MHP. Alors Monsieur Erdoğan va essayer de convaincre le BBP (Büyük Birlik Partisi-un petit parti ultranationaliste et islamiste), le Parti de Bonheur (Saadet Partisi-un parti d’islamiste anti-occidentale venant de la tradition politique de Necmettin Erbakan), le Parti Démocrate (Demokrat Parti-un petit parti de centre-droit) pour gagner l’élection au premier tour. Monsieur Erdoğan va aussi profiter de l’opération s’appelait « rameau d’olivier » qui se déroule en Syrie et qui augmente les sentiments nationalistes dans le pays. Monsieur Erdoğan va probablement remporter l’élection car l’état d’urgence et les conditions de guerre forcent le peuple turc de soutenir le gouvernement même s’il y ait beaucoup de problèmes dans leur pays.

Finalement, je pense que 2019 va être une année difficile pour la Turquie et il n’y aura pas beaucoup de changement dans le pays. Les turcs doivent attendre un nouveau cadre et un mouvement complément nouveau pour changer le système politique.

Dr. Ozan ÖRMECİ





12 Mart 2018 Pazartesi

2019 Will Be the Year of Elections in Turkey


Turkey has been ruled by President Recep Tayyip Erdoğan with an iron fist via the emergency rule since the failed coup attempt of July 15, 2016. During this time period, ten thousands of people were imprisoned and sacked from their jobs due to their involvement into the coup attempt. Opposition voices in Turkey[1] and some international organizations such as Reporters sans frontières (RSF-Journalists without Borders) claim that the Turkish government uses this unlawful attempt as a pretext to create a more loyal bureaucracy to governing Justice and Development Party (AK Parti) and President Erdoğan.[2]

Turkish President Recep Tayyip Erdoğan

Everyone can easily feel the atmosphere of fear and doubt created over people who want to stay neutral or to oppose government’s policies in today's Turkey. Meanwhile, it is also a fact that Turkish people’s economic problems and Turkey's foreign policy troubles have doubled since the failed the coup attempt. However, Turkish President Recep Tayyip Erdoğan still enjoys a considerable support due to his increasing populist nationalist-Islamic rhetoric and Turkish Armed Forces’ military involvement into Syria via an operation called Olive Branch (Zeytin Dalı) which forces Turkish voters to support the government in this difficult period. Erdoğan’s another advantage is to take Turkish nationalist MHP (Nationalist Action Party) and its leader Devlet Bahçeli’s full support for the ongoing military operation in Syria and for the upcoming elections.[3] Laura Pitel from Financial Times claims that it was his poor opinion polling performance that forced Mr. Erdoğan to embrace an electoral pact with Turkish nationalists.[4] In this article, I am going to summarize recent political developments in Turkey and look at three elections that will be held in Turkey in 2019.

Mevlüt Uysal and Mustafa Tuna

Turkey will have three important elections in 2019; thus, we can say that 2019 will be the year of elections in Turkey. The competition between political parties and candidates have already started albeit difficulties caused by Turkey’s limited democracy under emergency law and war conditions. The first of these elections will be 2019 local elections that will be organized on March 31, 2019 Sunday. Local elections in Turkey are very important; because the control of big cities like İstanbul, Ankara and İzmir create economic advantages for political parties that govern these cities’ municipalities. It should not be forgotten that President Erdoğan’s unstoppable rise to power started immediately after his election as the municipal leader of İstanbul in 1994. Moreover, winning the local elections give voters confidence to vote for the winning party in the parliamentary and presidential elections in order to get better service and help from Ankara. The governing JDP has been ruling big cities like İstanbul and Ankara since 1994. However, President Erdoğan recently decided to change municipal leaders of these two biggest Turkish cities (Kadir Topbaş in İstanbul and Melih Gökçek in Ankara) by forcing them to resign. This might give opposition parties a greater chance to win the local elections since both of these politicians were very popular among the Islamist-conservative people. However, President Erdoğan thinks that it was his charismatic leadership and political Islamist system (tradition) that created these stars and he could easily create new stars for replacing Gökçek and Topbaş. The current municipal leaders of JDP are Mustafa Tuna (Ankara) and Mevlüt Uysal (İstanbul). These two politicians are well respected and they do not have any corruption allegations, but it is also a fact that they are unknown by people in the street. However, we can say that Tuna and Uysal will still be favorite candidates if they are chosen as candidate by their party and President Erdoğan.

Mehmet Akif Hamzaçebi

The only party that seems to have chance to defeat JDP in local elections in 2019 is pro-secular Republican People’s Party (RPP-Cumhuriyet Halk Partisi). The party already controls Turkey’s third biggest city İzmir for several years and has a large support both in İstanbul and Ankara. RPP’s İstanbul candidate will probably be Mehmet Akif Hamzaçebi[5], a charismatic social democratic politician from Trabzon. With a good program and pr campaign, Hamzaçebi could win the local elections and might start a new advancement period for his party. In the last year presidential referendum, both Ankara, İzmir and İstanbul voters were against President Erdoğan.[6] However, except İzmir, the results were very close and JDP and President Erdoğan has still higher chance to win the municipalities with good candidates as well as NAP support. Thus, President Erdoğan might choose new and more popular candidates for 2019 local elections in order not to risk losing. Prime Minister Binali Yıldırım for instance could be a good candidate for Istanbul municipality since he was the Minister of Transportation in Turkey before becoming PM and the biggest problem of Istanbul seems to be its traffic jam. RPP’s Ankara candidate on the other hand is still a mystery. RPP was very close to win the elections in 2014 with a candidate coming from NAP (MHP) tradition, Mr. Mansur Yavaş. Yavaş in fact lost the elections in a controversial way and claimed to win the elections.[7] Yavaş can still be a very good candidate for RPP, but President Erdoğan’s electoral pact with NAP could reduce his votes. Eskişehir municipal leader Yılmaz Büyükerşen, party’s opposition leader Muharrem İnce, former Ankara municipal leader Murat Karayalçın, party’s Manisa deputy Özgür Özel and party’s Ankara deputy Levent Gök are some of the names RPP leader Mr. Kemal Kılıçdaroğlu can choose as his Ankara candidate. These are the most popular and well-known names of CPP, a party that has not been able to create political stars in recent years. In İzmir, RPP is already the favorite whether they choose the current municipal leader Mr. Aziz Kocaoğlu as their candidate or not. So, in Ankara and İstanbul there might be a very interesting race between JDP and RPP and anything could happen if RPP chooses right candidates and makes good electoral programs addressing to people’s daily life problems such as traffic jam, astronomic housing prices, problems of public transportation etc.

İlhan Kesici

The second and third elections of Turkey will take place on November 3, 2019 for parliamentary seats and the presidential post. I already tried to analyze 2019 presidential elections for UPA few weeks ago[8] and concluded that President Erdoğan is still the big favorite, but if RPP and the newly established center-right Good Party (İyi Parti) could find a common candidate who could appeal to Turkey’s conservative voters also, they could a have chance against Erdoğan especially if we go to the second round. Mr. Abdullah Gül, Mr. İlhan Kesici or Mrs. Meral Akşener could be such a good candidate that could unify all oppositional groups in Turkey.

Meral Akşener

Let me here introduce some results from the recent opinion polls made in Turkey by different companies. Konsensüs Company for instance made a poll in January 2018 and found that support for Mr. Erdoğan’s presidency is around 47 % and he could easily win the presidential election with NAP support.[9] SONAR Company on the other hand claimed that Erdoğan’s support is only around 46 % including NAP votes by January 2018 and thus, 2019 presidential race will not be a piece of cake election for Mr. Erdoğan.[10] Lastly, Gezici Company in January 2018 found out that Mrs. Akşener (42.7 %) and Mr. Erdoğan’s (45.2 %) public support for presidency are very close if they would go to second round together.[11] These results are contradicting, but they still give us an idea about what could happen. So, the most probable outcome is still Erdoğan’s victory although the opposition has a much higher chance compared to Russian presidential election for instance.

Simultaneously with the presidential election, on November 3, 2019 Turkey will also have a parliamentary election for 600 parliamentary seats in Turkish Grand National Assembly (TBMM). Although TBMM’s role will be rather limited in the new political system of Turkey, parliamentary election is still important for prestige and for controlling the legislative power. Konsensüs Company’s January 2018 polls declared JDP as the biggest favorite of parliamentary elections with 44.9 % of the votes, while RPP had 23.7 %, NAP had 10.6 % and pro-Kurdish People’s Democratic Party-PDP (HDP) had 9.1 % support.[12] AKAM Company’s February 2018 results were; 40.20 % for JDP, 25.50 % for RPP, 13.30 % for Good Party, 12 % for PDP and 7.30 % for NAP.[13] Most recently, ORC Company in March 2018 predicted JDP’s landslide victory with 48.2 % support and declared RPP support as 24.6 %.[14] These results show that JDP will become the winner of the parliamentary election anyway, but the election results will tell us how strong their support is among the Turkish public.

Finally, it is not wrong to conclude that 2019 will be tough year for Turkish economy due to electoral costs, increasing polemics between presidential candidates and political party representatives and ongoing military operation in Syria. However, I am certain that Turkish people will continue to act as a honorable nation that hosts most refugees in the world without any complaints and that fights against all kinds of terrorist organizations without any distinction.

Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/615279/CHP_li_Yedekci__Darbe_bahane__Ankara_da_rant_ve_Baskanlik_oyunu_sahnede.html.
[2] https://www.amerikaninsesi.com/a/darbecilere-savasmak-bahanesiyle-muhalefete-darbe-yapildi/3944440.html.
[3] http://www.hurriyetdailynews.com/mhp-will-not-present-presidential-candidate-for-2019-election-bahceli-125379.
[4] https://www.ft.com/content/5482ed58-171e-11e8-9e9c-25c814761640.
[5] https://www.a24.com.tr/chpnin-2019-istanbul-belediye-baskani-adayi-akif-hamzacebi-kimdir-nereli-haberi-40106863h.html.
[6] http://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/istanbul-ankara-izmir-referandum-sonuclari-oy-oranlari-1798863/.
[7] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/mansur-yavas-secimi-biz-kazandik-26117619.
[8] http://politikaakademisi.org/2018/01/16/early-comments-for-turkeys-2019-presidential-election/.
[9] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/902107/Fatih_Altayli_nin_acikladigi_ankette_MHP_surprizi.html.
[10] http://www.cumhuriyet.com.tr/foto/foto_galeri/905050/1/SONAR_in_son_anketi__Erdogan_in_ikinci_turda_da_secilmesi_cok_zor.html.
[11] http://www.yenicaggazetesi.com.tr/son-anket-sonuclari-aciklandi-aksenerle-erdogan-arasindaki-fark-kapaniyor-182238h.htm.
[12] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/902107/Fatih_Altayli_nin_acikladigi_ankette_MHP_surprizi.html.
[13] http://www.mynet.com/haber/guncel/unlu-anket-sirketinin-sahibi-twitter-dan-paylasti-iste-son-anket-3756468-1.
[14] http://www.gazetevatan.com/son-secim-anketi-bomba-ittifak-detayi-1147397-gundem/.

7 Mart 2018 Çarşamba

Yeni Sunum: "Türk-Amerikan İlişkileri"


Beykent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) bölümü öğretim üyesi ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Genel Koordinatörü Dr. Ozan Örmeci, 7 Mart 2018 tarihinde Marmara Üniversitesi'nde düzenlenen "Siyaset ve Diplomasi Okulu" kapsamında "Türk-Amerikan İlişkileri" konulu bir sunum gerçekleştirdi. Sunumunda, Örmeci, Suriye krizi başta olmak üzere Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğine dair önemli sorunlara parmak bastı ve çeşitli çözüm önerilerinde bulundu. Aşağıda bu sunumdan bazı karelere ulaşabilirsiniz.







3 Mart 2018 Cumartesi

Dr. Ozan Örmeci'den Yeni Sunum: "2017 Almanya Federal Seçimleri ve SPD’nin Türkiye ile İlişkilere ve Almanya’daki Türklere Bakışı"


Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Genel Koordinatörü ve Beykent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) bölümü öğretim üyesi Dr. Ozan Örmeci, 3 Mart 2018 tarihinde Taksim Point Hotel’de Euro Politika dergisi tarafından Friedrich Naumann Vakfı sponsorluğunda düzenlenen "2017 Almanya Federal Seçimleri ve AB-Türkiye İlişkilerinin Geleceği" panelinde "2017 Almanya Federal Seçimleri ve SPD’nin Türkiye ile İlişkilere ve Almanya’daki Türklere Bakışı" başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Etkinliğe Liberal Demokrat Parti (LDP) eski Genel Başkanı Cem Toker, Kadir Has Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Serhat Güvenç, İstanbul Medipol Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mert Bilgin, Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ebru Canan Sokullu, İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) Genel Sekreteri Doç. Dr. Çiğdem Nas ve Başkent Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Sezgin Mercan da katıldılar. Toplantıda sunulan bildiriler, ilerleyen haftalarda Euro Politika dergisi tarafından kitap olarak da yayımlanacaktır. Aşağıda, bu etkinlikte Dr. Ozan Örmeci'nin yaptığı sunumun makale formatındaki metnini ve etkinlikten bazı fotoğrafları bulabilirsiniz.


Panel afişi

Euro Politika dergisinden Ali İzzet Keçeci ve Yusuf Ertuğral'la

Prof. Dr. Serhat Güvenç-Prof. Dr. Mert Bilgin-Yrd. Doç. Dr. Sezgin Mercan-Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci-Doç. Dr. Çiğdem Nas-Doç. Dr. Ebru Canan Sokullu

Başka bir açıdan panel kürsüsü

LDP eski Genel Başkanı Sayın Cem Toker'le

Panelin ardından Taksim Point Hotel'in çatı katında

Panelistlerle gün sonunda