27 Şubat 2018 Salı

Safwan M. Masri’den ‘Bir Arap Anomalisi: Tunus’


Arap Baharı sürecinde demokratik ve laik bir rejim sistem kurmayı başaran ve bu süreçten başarıyla çıkan tek ülke olarak tüm dünyada dikkatleri üzerine çeken Tunus hakkında, son dönemde ciddi akademik çalışmalar da yapılmaya başlanmıştır. Bu çalışmalardan birisi de, Columbia Üniversitesi’nde ders veren Ürdünlü akademisyen Safwan M. Masri’nin[1] yazdığı ve Columbia University Press tarafından geçtiğimiz yıl basılan Tunisia: An Arab Anomaly[2] (Bir Arap Anomalisi: Tunus) adlı eserdir. Masri, kitabın yayımlanması sonrasında Amerikan düşünce kuruluşu Carnegie’nin Orta Doğu Merkezi (Carnegie Middle East Center) tarafından düzenlenen bir akademik oturumuna katılmış ve kitabında işlediği fikirleri anlatmıştır. Bu yazıda, bu oturum özetlenecektir.

Oturum kaydı

Safwan M. Masri, konuşmasına Ürdünlü bir akademisyen olarak neden Tunus hakkında kitap yazdığı sorusuna cevap vererek başlamakta ve kendisinin Tunus’u seçmediğini, bir anlamda Tunus’un kendisini seçtiğini söylemektedir. Tunus’un Arap Baharı sürecinde barışçıl demokratik bir rejim inşa edebildiğini ve bunun kendisinin dikkatini çektiğini belirten Masri, bölgede (Orta Doğu ve Kuzey Afrika) 1960’lar ve 1970’lerde uzun yıllar yaşamış bir Arap akademisyen olarak, bu nedenle bu ülkeyi çalışmak istediğini söylemektedir. 

Daha sonra Tunus’un son yıllarda yaşadığı politik gelişmeleri kısaca özetleyen Masri, İslamcı Ennahda partisinin iktidardan çekilmesiyle Tunus’ta demokratik rejimin yerleştiğini ve bugün Tunus’un Arap dünyasındaki tek laik ve demokratik ülke (hatta tüm İslam dünyasındaki tek laik ve demokratik ülke) olduğunu söylemektedir. Bu bağlamda, Tunus’u akademik olarak çalışmanın çok önemli olduğunu belirten Safwan M. Masri, Tunus’ta “Yasemin Devrimi” olarak bilinen sürecin bazı yönleriyle sürpriz (beklenmedik), bazı yönleriyle ise beklenen bir gelişme olduğunu söylemektedir. Tunus’ta protesto gösterilerinin daha önceleri -2008’de- Gafsa bölgesinde başladığını, ama ekonomik sorunlar odaklı ve yolsuzluk karşıtı temelde organize edilen bu gösterilerin Zeynel Abidin Bin Ali rejimince kaba kuvvetle bastırıldığını hatırlatan akademisyen, Tunus’taki baskı rejiminin bu süreç sonrasında 2008-2010 döneminde de Wikileaks belgeleriyle sarsıldığını sözlerine eklemektedir. Bu olayların halkın rejime yönelik tepkisini çok yüksek seviyelere getirdiğini söyleyen Masri, ekonomik sorunlarla birlikte bu sorunların birleşmesiyle, 2010-2011 yılındaki devrim sürecinin kaçınılmaz hale geldiğine işaret etmektedir. Halkın ekonomik büyümeden pay alamaması, yolsuzluk ve genç işsizliği gibi sorunların 2008 küresel ekonomik krizinden sonra daha da arttığını hatırlatan Ürdünlü akademisyen, 2010 yılında Muhammed Bouazizi adlı Tunuslu seyyar satıcı gencin kendini yakmasıyla bir devrim sürecinin başladığını anlatmaktadır. Tunus Genel İş Sendikası’nın (UGTT) bu ülkedeki istisnai gücüne de dikkat çeken Masri, Tunus tarihinde milliyetçi ve anti-kolonyalist amaçlarla kurulan ve Marksist çizgide olmayan bu yapının zamanla tüm ülke çapında etkili ve saygın bir işçi örgütü olmayı başardığını söylemektedir. Habib Burgiba ve sonrasında Bin Ali dönemlerinde bile UGTT’nin tam anlamıyla devletin kontrolü altına girmediğini ve bölgesel gücünü koruduğunu belirten Masri, 2010-2011 döneminde de bu örgütün süreçte rol oynayan aktörlerden biri olduğunun altını çizmektedir.

Tunisia: An Arab Anomaly

Tunus Devrimi sürecinde birçok sosyal grup ve aktörün pozitif rolünün olduğunu belirten Masri, Muhammed Bouazizi ve UGTT ile birlikte farklı siyasi partiler ve Tunuslu gençlerin de bu süreçte büyük rol oynadıklarının altını çizmiştir. Tüm bu etkenlerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan sinerjinin Tunus Devrimi veya Yasemin Devrimi’ni ve sonrasındaki demokratikleşme sürecini ortaya çıkardığını kaydeden akademisyen, Tunus’taki bu deneysel sürecin Arap dünyasına bir ilham kaynağı ya da model olarak sunulup sunulamayacağı konusunda ise kitabında ihtiyatlı davrandığını söylemektedir. Tunus’un halen daha son derece kırılgan bir demokrasi olduğuna dikkat çeken yazar, yabancı ülkelerin etkisinin de Tunus üzerinde çok yoğun olduğunu söylemektedir. Tunus’un enerji zengini olmayan küçük ve homojen yapıda bir devlet olarak bugüne kadar yabancı etkisinden iyi yönde etkilendiğine ve yapısal olarak kaynak lanetinden (resource curse) muzdarip olmadığına vurgu yapan Masri, bu noktada özellikle Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin son dönemde Tunus üzerinde ekonomik nüfuz elde etmeye çalıştıklarına değinmektedir. Bu ülkelerin de etkisiyle, Tunus’ta yaşanan demokratikleşme süreci ile beraber "yolsuzluğun da demokratikleştiği" yeni bir döneme dikkat çeken Masri, ekonomideki büyüme performansına rağmen sorunların tamamen çözülmediğine de vurgu yapmaktadır. Tunus Parlamentosu ve Cumhurbaşkanı Beji Essebsi’nin (El-Beci Kaid es-Sibsi) geçmişte yolsuzluğa karışmış bireylere yönelik bir af yasası getirdiğine de dikkat çeken yazar, bunun ekonomiyi canlandırmayı amaçladığını belirtmektedir. Sivil toplumun bu süreçte rövanşist bir mantık gütmemesinin doğru olduğunu ima eden yazar, bu zor dönemleri başarıyla atlatan Tunus’un geleceği hakkında umutlu konuşmaktadır.

Konuşmasının sonraki bölümünde Tunus’un biricikliğine (özgünlüğüne) dikkat çeken Safwan M. Masri, Tunus’u laik ve demokrasi yapan faktörler arasında homojen (türdeş) nüfusa sahip olmasını, coğrafi olarak Akdeniz kıyısında yer almasını ve yüzlerce yıldır aynı sınırlar içerisinde yaşamasını saymakta (konuşmasının son bölümünde bunlara gelişmiş bir sivil toplum karşısında Tunus’un küçük ve apolitik bir ordusunun olmasını da eklemiştir) ve bunların çok güçlü bir Tunuslu kimliği yaratmayı başardığını vurgulamaktadır. Osmanlı döneminde bile Tunus’un yarı-özerk statüsünün olduğunu vurgulayan Masri, 19. yüzyıldan itibaren Tunus’ta birçok önemli entelektüel ve siyasi figürün yetiştiğini de aktarmaktadır. Bu kişilerin Avrupa ile derin bağlarının olduğunu kaydeden yazar, bu noktada özellikle Britanya (Birleşik Krallık), Fransa, İtalya ve Malta gibi Batılı ülkeleri öne çıkarmaktadır. Bu bağlamda, Tunus’un Avrupa modernleşmesi ve kültüründen yoğun şekilde etkilendiğini ve Avrupa merkezli modern düşüncelerin Tunus’a diğer İslam ülkelerine kıyasla çok daha erken girdiğini vurgulayan yazar, Tunus’ta Hüseynî hanedanından I. Ahmet Bey’in (Ahmed Bey) köleliği Britanya etkisiyle daha 1846 yılındayken yasakladığını ve ilerleyen yıllarda Tunuslu devlet adamlarının Amerikalılara benzer şeyi yapmaları konusunda tavsiye verdiklerini hatırlatmaktadır. Ahmed Bey’in Kuran’dan alıntılar yapması ve yaptıklarını İslam’la meşrulaştırması sayesinde köleliği kaldırabildiğini vurgulayan yazar, 1857’den itibaren gayrimüslimlerin de Tunus’ta siyasi iktidarlarca korunmaya başladıklarını belirtmektedir. Bu noktada, Şeriat yasalarınca idam edilen Yahudi din adamı Batto Samuel Sfez vakasının II. Muhammed döneminde Tunus’ta gayrimüslimlerin koruma altına alınmasını sağladığını ve Tunus’ta 1861 yılında yapılan anayasanın İslam dünyasında bir ilk olduğunu hatırlatan Masri, dolayısıyla, Tunus’un bugünkü öncü konumunun tarihte de bir karşılığı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu açıdan topluma demokrasi ve laiklik temelinde doğru yön veren siyasi ve entelektüel figürlerin Tunus tarihi açısından yeni olmadığını belirten Ürdünlü yazar, bu şekilde sekülerizm ve demokrasinin temellerinin onlarca yıl öncesine dayandığını ispatlamaktadır. Mısır’ın aksine Tunus’ta reform sürecinin yıllar içerisinde sürekli devam ettiğini, Zeytune Camii ve üniversitesinin El Ezher Üniversitesi’nden yıllarca önce kurulduğunu ve Zeytune çıkışlı İslam âlimlerinin El Ezher ekolü mensubu hocaların aksine laiklik yanlısı fetvalar verdiğini belirten konuşmacı, bu açıdan Tunus’un dünyada fazla bilinmeyen ama gerçekte Arap-İslam dünyasında öncü bir ülke olduğunu iddia etmektedir. Tunus’un Genç Tunuslular (Jeunes Tunisiens) hareketiyle 1880’lerde İslam dünyasında seküler milliyetçi hareketlerin de ateşini yakan ilk ülke olduğunu sözlerine ekleyen Masri, Tunuslu entelektüel ve devlet adamlarının Fransız eğitim sisteminden yoğun olarak etkilendiklerini Sorbonne’da eğitim alan Habib Burgiba örneğiyle açıklamaya çalışmıştır. 

Konuşmasının son bölümünde, konuşma boyunca bahsettiği Tunus’u farklı kılan olumlu özellikleri tekrarlayan Safwan M. Masri, laik eğitim sistemi ve laikliği destekleyen İslamcı düşünür ve devlet adamlarının Tunus’u bugünkü konumuna getirdiklerini ve Yasemin Devrimi sürecinde ve sonrasında yaşananların kesinlikle tesadüfi olmadığını belirtmektedir. Tunus'un kadın hakları ve eğitim sistemi konusunda da İslam dünyasındaki öncü ve en iyi durumdaki ülke olduğunu belirten konuşmacı, fikirlerini somut bazı örneklerle destekleyerek güçlendirmektedir. Konuşma, her ne kadar kitaptaki detaylardan bahsedilmese de, oldukça doyurucu ve etkileyicidir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, Tunus, Türkiye’nin demokratik açıdan çok kötüye gittiği şu son dönemde, İslam dünyasındaki başarılı bir model olarak hem ülkemizde, hem de dünyada daha çok ilgiyi hak etmektedir.



Dr. Ozan ÖRMECİ


Hiç yorum yok: