4 Mayıs 2017 Perşembe

Macron vs. Le Pen: Fransa Yeni Cumhurbaşkanı’nı Seçiyor


Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu 7 Mayıs 2017 Pazar günü yapılacak. İkinci turda, ilk turda en çok oyu alan iki aday olan Ulusal Cephe (FN) partisi lideri ve aşırı sağcı Marine Le Pen ile Sosyalist Parti’den (PS) ayrılarak “En Marche!” adıyla merkez çizgide yeni bir siyasi hareket başlatan önceki Ekonomi Bakanı Emmanuel Macron yarışacaklar. Hatırlanacağı üzere, 23 Nisan’da yapılan ilk turu yüzde 24 civarında oyla liberal siyasi kimliğiyle dikkat çeken Macron kazanmış, Le Pen ise yüzde 21,7 civarında oyla ikinci sırada yer almıştı. Favorilerden François Fillon ise yüzde 20 civarında oyda kalarak ikinci tura çıkmayı başaramamıştı.[1] İkinci tur öncesinde adaylar önceki gün son bir televizyon tartışmasına katıldılar. Uluslararası basın-yayın organlarına göre, son tartışmada, Macron, Le Pen’e karşı açık bir üstünlük sağladı ve favori konumunu perçinledi.[2] Zaten anketlere göre de Macron’un ikinci turu yüzde 60 civarında bir oyla ve anlamlı bir farkla kazanması bekleniyor. Bu yazıda, 2017 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimleri hakkında bazı gözlemlerimi sizinle paylaşacağım.

Son televizyon tartışmasının kaydı

Fransa, Demokratik Bir Cumhuriyet’tir
Cumhuriyetçi geleneğin en güçlü olduğu ülkelerden birisi olan Fransa, 2017 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimleri kampanyasının da ispatladığı üzere, her ne kadar The Economist’in hazırladığı dünya demokrasi klasmanında ilk 20’ye giremese de, dünyanın en demokratik ülkelerinden birisidir. Seçim kampanyası Fransız halkı ve dünya kamuoyunun önünde son derece şeffaf bir şekilde gerçekleşmiş ve kampanya süresince en aykırı fikirde olan siyasetçilere bile kendini ifade etme hakkı tanınmıştır. Nitekim normalde oldukça aykırı kabul edilen bir siyasi hareketin lideri olan Marine Le Pen, üst düzey siyasetçi yetenekleri ve karizmasıyla partisinin oy oranlarını seçim öncesinde yüzde 30 bandına yaklaştırmıştır. Bu noktada, son dönemde Fransa ve diğer Avrupa demokrasilerinin aşırı sağcı düşünceyle mücadele ederken demokrasi içi yöntemleri tercih etmeleri ve ırkçı ve yabancı karşıtı argümanları yasaklamak yerine, bunları sistem içerisinde elimine etmek düşüncesine yöneldikleri görülmektedir. Bu, Fransa gibi demokrasi geleneği oturmuş bir ülke için doğru bir tercih olabilir. Ancak gelişmekte olan ülkelerde aşırı görüşlere imkân tanınması, özellikle de siyasi ve ekonomik kriz durumlarında büyük savrulmalara neden olabilir.

Solun Çöküşü
2012-2017 yılları arasında François Hollande’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde Fransa’da iktidarda olan demokratik solcular (sosyal demokratlar), 2017 seçimlerinde ilk turda yarış dışı kalmışlardır. Her ne kadar gazeteci Jacques Sapir’in de belirttiği üzere, Macron, birçoklarınca Cumhurbaşkanı Hollande’ın gerçek anlamda siyasi mirasçısı olarak görülse de[3], aslında siyasi programı Hollande'a kıyasla liberalizme çok daha yakındır. Marine Le Pen ise, Fransa’da Nicolas Sarkozy döneminde başlayan merkez sağın aşırı sağa yakınlaşma sürecini tamamlayan ve sağı domine eden bir aşırı sağcı liderdir. Ancak Le Pen, babası Jean-Marie Le Pen’e kıyasla partisini bir nebze merkeze çekmeyi başarmış ve daha meşru bir siyasal aktör haline gelmiştir. Bu durum, Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’ın radikal İslamcı bir çizgiden gelip Türkiye siyasetinin merkezine oturmasını andıran reelpolitik açısından başarılı kabul edilebilecek bir hamlenin sonucudur. Bu nedenle, bazı gözlemciler Fransa seçimlerini “neo-liberallerle neo-faşistlerin mücadelesi” olarak değerlendirmektedirler.

Küresel Ekonomik Rekabet Çalışan Haklarını Geriletiyor
Son dönemin en önemli sol düşünürlerinden olan Fransız ekonomist Thomas Piketty’nin de belirttiği üzere, Fransız halkının büyük bölümü bu seçimde Le Pen’in ırkçı fikirleri karşısında Macron’a yönelirken, bu, Macron'un ekonomik programının başarısından ziyade diğer konulardaki fikirlerinin daha demokratik olmasından kaynaklanmaktadır.[4] Asya ekonomilerinin gelişmesi ve küreselleşmeyle birlikte ekonomik rekabetin çok artmasının doğal bir sonucu olarak, bugün en gelişmiş Avrupa ülkelerinde bile ekonomik gelişme yerinde saymaktadır. Hollande dönemin işsizlik sorununu biraz olsun çözen Fransa, buna karşın Almanya gibi ciddi ekonomik büyüme rakamları yakalamayı başaramamıştır. Bu nedenle, Macron’un kemer sıkma tedbirleri öneren ve Fransa’yı küresel ekonomik rekabette ilk 5’te tutmayı amaçlayan programı, çalışan hakları konusunda çok da avantajlı bir seçenek değildir. Le Pen'in programı ise, her ne kadar programı son derece popülist ve işçi hakları konusunda daha cazip gözükse de, uygulama aşamasında felaketle sonuçlanabilir. Küresel ekonomik rekabetin çok artması ise, orta vadede farklı ülkeler arasında çatışmacı ilişkilerin kurulmasına neden olabilir. Bu nedenle, ekonomik büyüme kadar demokrasi, insan hakları ve adil paylaşım gibi değerleri de siyaset gündemine sokmak şarttır.

Macron Siyaseti Öğreniyor
Siyasete bankacılıktan gelerek giren ve kampanyasının ilk haftalarında biraz acemi gözüken Emmanuel Macron, görülüyor ki gün geçtikçe siyaseti daha iyi öğrenmekte ve hem konular hakkında istatistiklere dayalı doğru bilgiler vermesi, hem de ortaya sorunları çözmek için somut projeler koyması nedeniyle Fransa ve dünyada daha büyük ilgi görmektedir. Macron, tartışma programları ve mitinglerde de performansını gün geçtikçe arttırmakta ve ivmeli bir grafik sergilemektedir. Gençliği ve karizması da düşünülürse, Macron’un Fransa siyasetine -seçilmesi ve başarılı olması durumunda- 10 sene süreyle damgasını vurması gayet mümkün gözükmektedir.

Dış Politikada Farklılıklar
Adayların dış politikadaki programları da birbirlerinden oldukça farklıdır. Avrupa Birliği’nden ve avro bölgesinden çıkışı öneren Rusya yanlısı Le Pen karşısında, Macron, AB projesini savunan ve Transatlantik bağlara daha fazla önem veren bir aday durumundadır.[5] Bu nedenle, kabaca bir gruplandırma yapmak gerekirse, Macron, AB ve özellikle de Almanya’nın desteklediği bir aday durumundadır. Le Pen ise, Rusya’dan aldığı desteğin yanında ABD’deki Donald Trump yönetiminden de ilginç bir şekilde sıcak sinyaller almaktadır. Bu anlamda, Le Pen ulusalcı, Macron ise küreselcidir.

Fransa’da Yeni Bir Dönem Başlayacak
Seçimi kim kazanırsa kazansın, bu seçimin asıl önemli gözlemi Fransa’da gelenekselleşen merkez sol-merkez sağ siyasetinin artık Fransız halkı tarafından tasfiye edilmeye başlanmasıdır. Solun güvenlik ve kaçak göç konularında yetersiz görülmesi ve sağın yolsuzluklarla anılması bu durumu hazırlamıştır. Bu nedenle, iki yeni aktör olarak merkez-liberal çizgi (Macron) ve göçmen karşıtı aşırı sağcı çizgi (Le Pen) Fransa siyasetinin yeni ana akım figürleri olmaya başlamışlardır. Ancak Haziran ayında yapılacak parlamento seçimlerinde bu durumun etkileri sınırlı olacaktır; zira Emmanuel Macron’un henüz bir siyasi partisi yoktur ve parlamenter siyasette Cumhuriyetçiler Partisi (LR) ve Sosyalist Parti’nin (PS) ağırlığı halen devam etmektedir.

2017 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Uluslararası Politika Akademisi (UPA) adına tarafsız ve kapsamlı bir şekilde okurlarımıza aktarmaya çalıştık. Umuyoruz ki, yeni seçilen Fransa Cumhurbaşkanı Türkiye'nin son derece gelişmiş ve Fransız halkı ve devletine saygı ve sevgi besleyen insanlardan kurulu bir ülke olduğunun farkına varır ve Türkiye ile ilişkilerde kırıcı olmamaya özen gösterir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ



Hiç yorum yok: