28 Eylül 2016 Çarşamba

Made in France: Edith Piaf Efsanesi


Giriş:
Bugün bile Fransa denince akla gelen en önemli ses sanatçısı olan Edith Piaf (1915-1963)[1], 48 yıllık kısa hayatına destansı şarkılar sığdırmış ve muhteşem sesiyle tüm dünyadaki müzikseverlerde kalıcı izler bırakmış çok önemli bir sanat figürüdür. Chanson tarzı Fransız pop müziği ve kabare tarzının gelişmesine 1950’lerde büyük katkıda bulunan Piaf, şarkıları bugün de Hollywood filmlerinde (son örneklerden biri “The Inception” filmi olmuştur) sıklıkla kullanılan, Fransız yapımı ama dünyaya mal olmuş bir sanatçıdır. Piaf’ın aktrisliği ve rol aldığı 8 adet sinema filmi de vardır.[2] Hayatı boyunca alkolizm, hastalıklar, kazalar ve toplumsal ahlak normlarıyla mücadele etmek zorunda kalan Piaf, ağır Fransız aksanlı vokaliyle Fransızların ulusal sembollerinden birisi haline gelmiştir. Her ne kadar sanatçının İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi işgali dönemindeki politik tavrı ve yaşamı tartışmalı olsa da[3], Piaf, Fransızlar için halen çok önemli, sevilen ve hatta gurur vesilesi yapılan bir isim ve adeta “Fransa’nın sesi”dir.[4] Öyle ki, geçtiğimiz yıl sanatçının 100. doğumgünü, Paris’teki terör saldırılarının gölgesinde de olsa kutlanmış[5] ve sanatçı anısına bir sergi de düzenlenmiştir.[6] “La Môme” (Kaldırım Serçesi) lakabıyla bilinen Piaf’ın hayatı, Olivier Dahan’ın 2007 tarihli ve iki Oscar’lı aynı adlı filmine de konu olmuştur.[7] Buna karşın, Piaf hakkındaki akademik çalışmalar şaşırtıcı bir şekilde sayılıdır. Sanatçının en önemli eserleri arasında “La Vie en Rose” (1946), “Non, Je ne Regrette Rien” (1960), “Hymne à L’Amour” (1949), “Milord” (1959), “La Foule” (1957), “L’Accordéoniste” (1955) ve “Padam... Padam...” (1951) sayılabilir.[8]

Piaf’ın buğulu sesinden “Non, Je ne Regrette Rien”

Hayatı:
Edith Piaf, yaşadığı dönemde de Fransa’nın en sevilen sanatçılardan birisiydi. Piaf’ın hayran kitlesi soylu kişilerden işçi ailelerine kadar değişebiliyordu. Bunun nedenleri, Piaf’ın müthiş sesi ve sanatçılığı kadar, acılarla dolu hayat hikâyesinde gizliydi.[9]

Piaf’ın annesi olan Annetta Giovanna Maillard, yarı-İtalyan, yarı-Fas asıllı göçmen bir aileden geliyordu. Babası Louis-Alphonse Gassion (1881-1944) ise, sokaklarda ve sirklerde gösteri yapan Fransız bir cambazdı. Annesi sokakta şarkı söyleyerek yaşamaya çalışmaktaydı, daha sonra babası tarafından bir geneleve kısa süreliğine bakılması için gönderildi. Edith’in küçük yaşta gözleri mikrop kapmış ve kör olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Bu hastalığını yaşarken, bir genelevde oranın patronu ve kadınlarıyla birlikte yaşıyordu. Babası, daha sonra küçük Edith’i genelevden almış ve mesleği olan sokak akrobatlığı aileye geçim için yetmeyince, kızını da sokakta, kafelerde ve sirklerde kendisiyle beraber akrobatlık yapması ve şarkı söylemesi için zorlamıştır. Bunun üzerine, küçük Edith, en iyi bildiği şarkıyı yani Fransa milli marşı La Marseillaise’i babasının yanında sokaklarda söylemeye başlamış ve ailenin geçimini böyle sağlamıştır. Kısa bir süre sonra da, babasından ayrı şekilde kenar mahallelerde şarkı söylemeye başlamıştır. 17 yaşındayken ilk ve tek çocuğunu doğurmuştur. Marcelle adını verdiği bu talihsiz kız çocuğu, 2 yaşında menenjitten ölmüştür.

Piaf, çocukken sokaklarda Marseillaise’i söylerken - La Môme (La Vie en Rose) filminden

O yıllarda Paris sokaklarında şarkı söyleyerek hayatını kazanmaya çalışan ve “La Môme Piaf” adıyla küçük çaplı bir şöhret kazanan Edith Piaf, kendisini keşfeden Louis Leplée öldürüldükten sonra bunalıma girer. Daha sonra, yeni meşhur olduğu dönemde tanıştığı Raymond Asso’yu araması sayesinde profesyonel müzik hayatına girer; bu alanda profesyonel eğitim alır ve Edith Piaf adıyla ünlenir. Ancak buu yıllardan itibaren aşırı alkol kullanımına başlamıştır. Fransız ortasıklet boks şampiyonu, evli ve üç çocuk babası Marcel Cerdan ile tanışır ve büyük bir aşk yaşamaya başlar. Başka bir kadınla evli olan ünlü boksör Marcel Cerdan, Piaf’la buluşmak üzere Ekim 1949’da Paris'ten New York'a uçarken uçağı düşer ve ölür. Piaf’ın hayatı, hayatının erkeği olarak tanımladığı Marcel Cerdan öldükten sonra tamamen değişir; girdiği bunalım nedeniyle ağrı kesici, alkol ve morfine bağımlı hale gelir. Sonrasında yağmurlu bir günde geçirdiği trafik kazası sebebiyle hayatı boyunca omuriliği iyileşmemiş ve sürekli olarak yarı-kambur bir şekilde yürümek zorunda kalmıştır. Yves Montand başta olmak üzere birçok başka erkekle de aşk yaşayan Piaf[10], başarılı ama sorunlarla geçen bir sanat yaşamının ardından Plascassier’de 10 Ekim 1963’te karaciğer kanserinden ölür. Tabutu Père-Lachaise mezarlığına götürülürken, on binlerce hayranı da korteje katılmıştır. Mezarlıktaki törende hazır bulunanların sayısı ise 100.000’i geçmiştir. Piaf, bugün bile Fransa’nın gelmiş geçmiş en önemli sanatçısı kabul edilmektedir.

Piaf’ın cenaze töreninden görüntüler

Bir Pop İkonu Olarak Edith Piaf
Elbette Edith Piaf’ı da, tüm diğer sanatçıları da başarılı kılan temel unsur, kültürel ürünlerinin kalitesi ve halk tarafından benimsenmesidir. Ancak başarılı sanatçılar ile efsaneleşen sanatçılar arasındaki temel fark; efsanelerin, yaşamları, hareketleri, konuşmaları ve tüm diğer özellikleriyle de toplumla bütünleşebilmeleri ve adeta tapılır ölçüde sevilmeleridir. Leeds Üniversitesi’nde Fransız kültürü ve müziği üzerine çalışan akademisyen Isabelle Marc[11]Volume! dergisinin 2015 tarihli bir sayısında[12], Piaf’ı inceleyen Nantes Üniversitesi’nden Sosyoloji Profesörü Joëlle-Andrée Deniot’un Édith Piaf - La voix, le geste, l’icône. Esquisse anthropologique adlı kitabından[13] yola çıkarak, sanatçının bir ikona dönüşmesi hakkında bir inceleme yazısı kaleme almıştır. Buna göre; Piaf, sesi, hayatı, duruşu ve karakteriyle çok başarılı bir kültür endüstrisi projesi olmayı başarmıştır.

La Vie en Rose

Kanımca Piaf’ın sanatsal değerini yücelten temel unsur; acıklı ama “joie de vivre” (yaşama sevinci) hissini kaybetmeyen yaşamı ile kariyeri arasında mükemmel bir bağ kurabilmesi ve bunu dinleyicilerine ve hayranlarına da yansıtmasında gizlidir. Zira aşk şarkılarıyla ünlenen Piaf, aşkta şanslı bir kadın olmamış ve hayatının erkeği Marcel Cerdan’ı bir kazada kaybetmiştir. Hayatı boyunca birçok erkekle beraber olmasına karşın, Cerdan’ı asla unutamamış ve çoğu zaman mutsuz bir kadın olmuştur. Kamburluğu, 1.45 civarı olan kısa boyu ve çekiciliğine rağmen çok güzel bir kadın olmaması da, Piaf’ın hüzünlü duruşunda etkili olmuştur. Dolayısıyla, yıkıcı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendileri de birçok siyasal ve ekonomik sorun yaşayan Fransız halkı, hüzünlü, fakirlik içerisinde başlayan ve sonrasında da zorluklarla geçen bir hayatı olan ufak-tefek ve rahibelere benzer şekilde siyah elbiseler içerisindeki Piaf’la kendini özdeşleştirmiş ve onunla bir duygu bağı kurmayı başarmıştır. Bu bağ, Fransızca’nın güzelliği ve o yıllardaki popülaritesi sayesinde Piaf’ı bir dünya markası haline getirmiştir.

Milord

Piaf’ın ticari ve kültürel bir meta olarak başarısındaki bir diğer önemli unsur, Fransızlığı temsil eden bazı sembol ve değerleri sahiplenmiş olmasıdır. Şehirli, çok dindar sayılmayacak (!) bir yaşantısı olan ve şarkılarında Fransız aksanını özellikle “r” harfini telaffuz ederken yoğun ve hatta abartılı şekilde kullanan Piaf[14], 20. yüzyılın ilk yarısındaki üniter, modern ve laik Fransa’yı çok iyi temsil etmiştir. Piaf’ın hayatında aşkın yoğunluğu da, Fransa ve Fransız halkı açısından olumsuz bir nitelik taşımamıştır. Zira kadın özgürlükleri konusunda öncü bir ülke olan Fransa, kadın-erkek eşitliğini kabul etmiş ve mutlak eşitlik belki de hiçbir zaman mümkün olmasa da, bunu mümkün olduğunca toplumsal yaşama da yansıtmaya gayret etmiştir. Hatta Piaf, “âşık olmadığım zaman şarkı söyleyemiyorum” diyerek bu konudaki özgürlükçü tavrını gözler önüne sermiştir.  

Mon Manège à Moi

Piaf’ı bir popüler kültür ikonu haline getiren üçüncü önemli özellik ise, Fransızca’nın o dönemdeki gücü ve popülaritesidir. Günümüzde artık dünya ortak dili niteliği kazanan İngilizce’nin çok gerisinde kalsa da, Fransızca, 19 ve 20. yüzyıllarda önce imparatorluk ve sonrasında imparatorluk bakiyesi olan Fransa’nın siyasal, ekonomik ve kültürel etki alanı sayesinde bir dünya dili olmayı başarmış, hatta dünya diplomasisi ve kültür alanında lingua franca kabul edilmiştir. Bu nedenle, Piaf’ın başarısı aslında Fransızca’nın ve Fransa’nın da gücünü yansıtır niteliktedir. Piaf’ın melodik şarkıları ve aksanlı ama fonetik açıdan harika sesi de, bu konuda kendisine yardımcı olmuştur.

Sous le Ciel de Paris

Sonuç:
Günümüzde kültürel endüstrisinde ABD ve Birleşik Krallık gibi ülkelerin çok ağır bastığı da düşünülürse, yalnızca Fransızca şarkılar söyleyerek 1950’ler ve 1960’larda büyük bir yıldız haline gelen ve bugün bile Fransa denilince akla gelen ilk sanatçı olan Edith Piaf, istisnai başarısıyla akademik çalışmalara konu olabilecek çok önemli bir tarihi figürdür. Piaf’ın başarısı ve efsaneleşmesi, hüzünlü hayatı ile eserleri ve sanat yaşamı arasında paralellik kurabilmesinde, dönemin Fransa’sını çok iyi temsil edebilmesinde ve Fransızca’yı mükemmel kullanmasında gizlidir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[3] Piaf, halk arasında İkinci Dünya Savaşı döneminde Nazilere karşı olmasıyla bilinir. Ancak Fransız gazeteci Robert Belleret, “Piaf: Un Mythe Français” (Piaf: Bir Fransız Miti) adlı çalışmasında, tarihi belgelerden yola çıkarak sanatçının yaşamı hakkında bilinen bazı gerçeklerin yanlış olduğunu ve Piaf’ın Nazilere karşı direnmediğini iddia etmiştir. Bakınız; http://www.haberturk.com/yasam/haber/873943-efsane-edith-piafin-gercek-hikayesi. Kitap için; https://www.amazon.fr/Piaf-un-mythe-français-Documents-ebook/dp/B00EALBH8Y.
[9] Hayatı hakkında bir BBC programı için; http://www.bbc.co.uk/programmes/p02pcy45.

Hiç yorum yok: