24 Haziran 2016 Cuma

Brexit ve Sonrası


Birleşik Krallık (İngiltere, Kuzey İrlanda, Galler, İskoçya) halkları, dün gece yapılan referandumda Avrupa Birliği’nden ayrılma yönünde bir karar verdi. Referandum öncesinde yapılan neredeyse tüm anketler, referandumdan az farkla da olsa “AB’de kalalım” kararının çıkacağı yönündeydi.[1] Hatta dün gece geç saatlerde açıklanan Yougov’un sandık çıkış anketleri de, referandum sonucunda % 52-% 48 oranlarıyla AB’de kalınacağını gösteriyordu. Ancak sabaha karşı hiç beklenmeyen oldu ve Britanya halkı % 51,9 oranında “AB’ye hayır” diyerek, Birleşik Krallık’ın AB’den ayrı ve egemenliğini Brüksel’e devretmeyen bağımsız bir devlet olması yönünde oy kullandı. Seçime katılım % 72,2 oranında seyrederken, bu oran, genel seçimlere katılımdan daha yüksek olması bağlamında da oldukça dikkat çekici oldu.[2] Herkesin merak ettiği konuya dönersek, peki, şimdi ne olacak?

Referandum sonuçları

Referandum sonrasında ilk belirtilmesi gereken, halkın verdiği “AB’ye hayır” kararının hemen geçerli olmayacağıdır. Nitekim Birleşik Krallık ve AB arasındaki Gümrük Birliği’nin ve serbest ticaret anlaşmalarının yeniden düzenlenmesi ve AB ülkelerinde yaşayan ve çalışan İngilizlerin durumu konusuna açıklık getirilmesi, bundan sonra en az 6 ay hatta bir yıllık bir çalışmayı gerektirecek zorlu bir süreç olacaktır. Ancak Birleşik Krallık’ın elini kolaylaştıracak önemli bir faktör, ülkenin zaten Schengen bölgesine ve avro (euro) para birimine dâhil olmamasıdır. Bu nedenle, fiili anlamda Brexit, 2017 veya en geç 2018’de rahatlıkla gerçekleşebilecektir. Başbakan David Cameron, referandum sonrasında Ekim ayındaki parti kongresinde istifa edeceğini söylemiş ve Britanya halkının kararına saygı duyduğunu belirtmiştir.[3] Bu durumda, Ekim ayında Cameron’ın yerine Muhafazakâr Parti içerisinden yeni bir ismin geçmesi olası gözükmektedir. Bu isim, Brexit kampanyasının öncülerinden olan eski Londra Belediye Başkanı Boris Johnson olabilir. Ancak Muhafazakâr Parti içerisinden Cameron’ın istifa etmemesi yönünde büyük baskı gelirse, Cameron, göreve devam edeceği 3 aylık süre içerisinde bu kararını gözden geçirebilir. Bu noktada, Cameron konusunda kamuoyundaki genel eğilimler ve Labour (İşçi Partisi) gibi muhalif partilerin tavırları da son derece etkili olacaktır. Brexit’e en büyük destek veren UKIP lideri Nigel Farage ise, bu kararı “bağımsızlık günü” olarak değerlendirmiş ve referandum sonucunu kendisi ve partisinin siyasal geleceği için ustalıkla kullanmaktadır. Kararın bir diğer önemli özelliği ise, henüz sadece bir “tavsiye kararı” niteliğinde olması ve geçerli olabilmesi için parlamento kararının gerekmesidir. Dolayısıyla, egemen olan Avam Kamarası’nda bu yönde bir karar alınmadan, Brexit’in gerçekleşmesi mümkün değildir.[4] Ancak İngiltere gibi demokrasinin çok köklü olduğu bir ülkede, parlamentonun da referandum sonucuna uygun davranması neredeyse kesin gibidir.

Boris Johnson

Referandum sonuçları, Birleşik Krallık’ın farklı bileşenlerinin Avrupa Birliği konusunda yaşadığı fikir ayrılıklarına da ışık tutmuştur. Örneğin, İngiltere genelinde AB yanlısı oylar % 46,6 oranında kalırken, bu oran Galler’de % 47,5, Kuzey İrlanda’da % 55,8 ve İskoçya’da % 62 oranlarına kadar yükselmiştir.[5] Bu durum da, Brexit’e daha çok İngilizlerin destek verdiğini göstermektedir. Bu kararın ardından, özellikle İskoçya gibi bağımsızlık eğilimleri ve AB yanlılığının yüksek olduğu Birleşik Krallık’a bağlı özerk bölgelerde neler yaşanabileceğini kestirmek kolay değildir. Bu konu, İskoçya’nın bağımsızlığı için uygun bir fırsat yaratabileceği gibi, tam tersine Britanya kimliği içerisinde İskoç ayrılıkçılığının daha da zayıflatılması sonucunu da verebilir. Bu nedenle, İskoçya’da büyük ağırlığı olan ayrılıkçı İskoç Ulusal Partisi’nin (SNP) alacağı kararlar ve geliştireceği politikalar, bundan sonra İskoçya ve Birleşik Krallık için çok önemli olacaktır.

Brexit referandumu haritası (maviler çoğunlukla “AB’ye hayır”, sarılar çoğunlukla “AB’ye evet” yönünde oy veren bölgeler[6]

Kararın etkilerinin hemen hissedildiği alan ise piyasalar oldu. Kararın ardından sterlin (pound), dolar (% 3,3 oranında) ve avro (% 7 oranında) karşısında en büyük değer kaybını yaşarken, Londra Borsası da güne yüzde 7 oranında değer kaybıyla başladı.[7] Bu durum, 1985 yılından beri borsanın en büyük değer kaybı olarak dikkat çekti.[8] Referandum sonucu Asya piyasalarını da etkilerken, Japon Nikkei Borsası da yüzde 8 oranında önemli bir düşüş yaşadı. Elbette, bunları kararın yarattığı ilk şok dalgası kapsamında değerlendirmek gerekiyor. Ancak borsa ve döviz kurunda yaşanan sorunların devam etmesi, elbette Muhafazakâr Parti iktidarının geleceği açısından da önemli bir sorun teşkil edecek ve İşçi Partisi, İskoç Ulusal Partisi (SNP) ve UKIP gibi muhalif partilerin oy oranlarını arttırabilecektir. İngiltere Merkez Bankası guvernörü Mark Carney ise, İngiliz Merkez Bankası ve İngiliz bankalarının karara hazırlıklı olduğunu açıklamış ve piyasalara sıcak para (likidite) akışının sağlanacağı taahhüdünü verilmiştir.       

Bu noktada, Brexit kararının yalnızca Birleşik Krallık için değil, Avrupa Birliği için de birliği temelden sarsabilecek önemli bir dönüm noktası olduğu belirtilmelidir. Zira birçok açıdan halen Avrupa’nın lider ülkelerinden olan İngilizlerin bu kararı, diğer Avrupa halklarını da kolaylıkla etkileyebilecektir. Zira Avrupa karşıtlığı ya da şüpheciliği (euroscepticism) zaten hâlihazırda Avrupa’nın yükselen ideolojik eğilimi durumundadır. Nitekim İngiliz halkını kutlayan Marine Le Pen (Fransa) ve Geert Wilders (Hollanda) gibi Avrupalı aşırı sağ liderler, bu kararı sevinçle karşılamış ve kendi ülkelerinde de benzer bir gelişme olması yönünde görüş belirtmektedirler.[9] AB yanlısı çevrelerde ise, bu karar üzüntüyle karşılanmış ve gelecek konusunda endişeler doğurmuştur.[10] Bu karar, AB’nin güvenilirliği ve geleceği konusunda ciddi anlamda soru işaretlerinin doğmasına neden olacak ve muhtemelen AB karşıtı partilerin kıta Avrupası’ndaki yükselme trendini devam ettirecektir.[11] Ancak Britanya’nın birlikten ayrılması, Alman-Fransız eksenindeki federalist güçleri belki de memnun edecektir. Zira zaten tam anlamıyla bir birliğe (ever closer union) en başından beri karşı olan Birleşik Krallık’ın gidişinin ardından, belki de Avrupa Birliği’nin kalan üyeleriyle tam anlamıyla federal bir yapıya dönüşmesi mümkün olabilir.

Referandum sonucu, kanımca Britanya ve dünya siyasetine dair bazı önemli mesajlar da vermiştir. Bunlar şöyle özetlenebilir;
  • Ulusal egemenlik 21. yüzyılda da halen önemli bir kavramdır: Britanya halkının AB’ye “hayır” demesinin en önemli nedeni, Brüksel’le yetki paylaşımına gitmeyi demokrasi dışı bulmasıdır. Buna göre, siyasal bağımsızlık, AB projesinin başarısına karşın, halen çok önemli bir konudur. Şu da unutulmamalıdır ki, AB, türünün tek örneğidir ve diğer uluslararası birliklerden farklı ve uluslarüstü (supranational) bir yapıdır.
  • AB’nin bürokratik yapısı artık rahatsız edici boyutlara ulaştı: Avrupa Birliği’nin Franz Kafka romanlarında hicvedilen bir bürokratik canavara dönüşmesi ve Avrupa halklarının ve siyasetçilerinin önüne geçmesi, Avrupa’da ciddi anlamda tepkilere neden olmaktadır. Demokrasi, geleneksel olarak daha çok halklar ve siyasetçilerle özdeşleşmiş bir kavramken, AB içerisinde Brüksel bürokrasisi öne çıkmakta ve bu da halkların tepkisini çekmektedir.
  • Jo Cox cinayeti şüphe doğurdu: Referandum kampanyası döneminde AB yanlısı propaganda yürüten Labour milletvekili Jo Cox’un öldürülmesi, referandum öncesinde Brexit karşıtı bir hava yaratmak ve Brexit yanlılarını suçlu gibi göstermek için kullanılınca, bu, Britanya halkında bir tepkiye neden olmuş olabilir.
  • AB karşıtlığı salt aşırı sağ ile alakalı bir eğilim değildir: Burada dikkat çekilmesi gereken en önemli noktalardan birisi de, AB karşıtlığının genelde aşırı sağ ve ırkçı siyasi çizgiyle birlikte anılmasına karşın, aslında siyasal egemenlik temelinde bir mesele olduğu ve sol ve hatta liberal görüşlü AB karşıtlarının da var olabileceği gerçeğidir.
  • Referandumlar risklidir: Halkı iki ana görüş temelinde kutuplaştıran ve gelecek hakkında teknik bilgileri olmayan kişilere çok önemli karar verme yetkisi veren referandum süreçleri, demokrasilerde her zaman için risklidir. Demokrasi, ancak kontrollü ve teknokrasiyi içeren bir yapıda olduğu zaman olumlu sonuçlar verir.
İngiltere ve Avrupa’da gelişmeleri yakından takip etmeye devam edeceğiz.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ 


Hiç yorum yok: