26 Nisan 2016 Salı

On Dönemde Türkiye-Azerbaycan İlişkileri


Hakan Sezgin Erkan, Sina Kısacık ve Damla Sevimli tarafından yazılan ve “Türkiye’nin Komşuları” serisinin ilk kitabı olan XV. Yüzyıldan XXI. Yüzyıla Türkiye-Azerbaycan İlişkileri ve Azerbaycan’ın Sosyal, Ekonomik, Kültürel Değişimi[1], bu alanda yazılmış ender bilimsel eserden biri olarak dikkat çekmektedir. Kanes Yayınları tarafından 2015 yılında yayımlanan kitap, ayrıca kaliteli baskısı ve detaylı içeriğiyle de övgüyü hak etmektedir. Kitabın arka kapağında Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın ve Yrd. Doç. Dr. Deniz Tansi gibi önemli akademisyenlerin görüşlerine başvurulmuştur. Kitabın en ilginç bölümlerinden birisi ise, Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinin on farklı döneme ayrılarak incelendiği kısımdır. İlerleyen yıllarda yapılacak akademik çalışmalarda da referans olarak kullanılabilecek olan bu kategorizasyonun yer aldığı bölüm, bu nedenle oldukça önemli ve dikkate değerdir. Bu yazıda, bu bölümden yola çıkarak Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin farklı safhalarını sizlere özetlemeye çalışacağım.

Kitabın yazarlarından Sina Kısacık, imzalı çalışmalarını UPA Genel Koordinatörü Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci’ye hediye ederken

Bilimsel sınıflandırma adına önemli olan bu kategorizasyona geçmeden önce, okurlarımıza temel bazı bilgileri hatırlatmakta fayda var. Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin tarihi, bu kitapta ve benzer çalışmalarda genellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminden itibaren başlatılmaktadır. Bunun sebebi ise, aynı Anadolu Türkleri gibi bir Türk boyu olan Azerilerin de Orta Asya kökenli Türkî bir halk olması ve Osmanlı’ya kadar, özellikle de Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu İmparatorlukları dönemlerinde, Azerilerin de Anadolu Türklerinin kurduğu bu devletlerin bir parçası olması gerçeği vardır. Bir diğer önemli konu ise, 20. yüzyıl başlarında ilk Azerbaycan Devleti’nin kurulmasına kadar, Azerbaycan tabirinin, daha çok bugünkü Azerbaycan ve İran’ın kuzeyini kapsayan geniş alanı içeren coğrafi bir terim olarak kullanılmasıdır. Yani tarihsel süreçte Azerbaycan’a referans yapıldığında, bu, çok daha geniş bir coğrafyayı ifade eder. Bugün ise, Azerbaycan dar sınırlara hapsedilmiş; dahası, topraklarının da yüzde 20’si Ermenistan işgali altındadır.

Bu bilgilerin ardından, Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinin 10 ana dönemine bakılabilir;
  1. Anadolu Türkleri ve Azerbaycan arasındaki etkileşim, Osmanlı Devleti’nin daha kurumsal ve güçlü bir konuma geldiği 15. yüzyılda başlamıştır. Fatih Sultan Mehmet döneminde Karadeniz’in bir Türk denizi (gölü) haline getirilmesiyle, ticari ilişkiler hızla gelişmeye başlamıştır. İlişkiler, 18. yüzyılın başına kadar daha çok ticari düzeyde devam etmiştir. Bunun temel sebepleri; Osmanlı Devleti’nin daha çok Balkanlar (Batı) yönelimli bir devlet olması ve Hazar bölgesinin önemini o yıllarda henüz kavrayamamış olmasıdır. Ayrıca büyük ve güçlü bir devlet olan ve Osmanlı’nın tarihsel düşman olarak algıladığı Rus Çarlığı’nın varlığı da, bu konuda önemli bir etkendir. Bu dönemde, Azerbaycan, Doğu ile Batı arasında önemli bir ticaret köprüsü ve adeta kervansaray işlevi görmüştür.
  2. İlişkilerde ikinci dönem, 1723 yılında Serasker İbrahim Paşa’nın Tiflis’i almak için harekete geçmesiyle 18. yüzyılda başlar. Safevi Devleti’nin dağıldığını fark eden Rus Çarı I. Petro (Deli Petro), 1723 yılında Bakü Kalesi’ni ve Gilan’ı ele geçirmiştir. Aynı zamanda verilen ültimatomla Bakü ve Derbent kalelerinin de boşaltılması istenmiştir. Osmanlı’nın Rusya ile Hazar Bölgesi için yaptığı ilk anlaşma olan İstanbul Antlaşması sonucunda, Derbent ve Bakü kaleleri ile Dağıstan Rusya’ya bırakılmış; Gence, Karabağ, Ahıska, Revan ve Tebriz ise Osmanlı’nın kontrolüne geçmiştir. İlerleyen yıllarda, İran’da Şahlık rejimi güçlenmesine karşın, Osmanlı, bu dönemde bölgede kurduğu etkiyi kaybetmemiştir. Bu nedenle, bu dönem Türklerin siyasi birliğinin sağlandığı ilişkilerin “altın çağ” dönemi olarak nitelendirilebilir.
  3. 1736 yılında Nadir Şah’ın başa geçmesiyle girilen dönem, ilişkilerin üçüncü önemli safhasıdır. Bu dönemde, duraklama aşamasına girmiş olan Osmanlı İmparatorluğu revizyonist emellerinden vazgeçmiş ve bölgede statükonun korunmasına yönelik politikalar takip etmeye başlamıştır. Rusya ile sürekli gerginlik yaşayan ve zaman zaman savaşlara giren Osmanlı, bu nedenle İran’la arasını düzeltmek istemiştir. Nitekim 1736’da yapılan İstanbul Antlaşması sonucunda, Gence, Tiflis ve Revan İran’a bırakılmış ve bölgedeki Osmanlı hâkimiyeti sarsılmıştır. 1746 Kerden Antlaşması ile de, IV. Murat dönemindeki Kasr-ı Şirin Antlaşması sınırlarına dönülmüştür.
  4. İlişkilerin dördüncü dönemi, Nadir Şah’ın öldürülmesiyle başlar. Güç kaybeden İran’a ve Rus-Gürcü ittifakına karşı, Osmanlı, bu dönemde, bölgede yeni kurulan Azeri hanlıklarını desteklemiştir. Gürcü Kralı’nın hanlıklar üzerindeki toprak taleplerine set çeken Osmanlı, İran etkisinde kalan Nahçıvan Hanlığı haricinde, tüm hanlıklarda yeniden kendi etkisini tesis etmiştir.
  5. 1768 Osmanlı-Rus Savaşı ile beraber, ilişkilerde beşinci döneme girilir. Bu dönemde, Rusya’ya karşı Azerbaycan’la birleşmek politikası güden Osmanlı, üst üste kaybettiği savaşların neticesinde bölgedeki iddiasını büyük ölçüde yitirmiş ve 1787-1798 Osmanlı-Rus Savaşı ardından bölgedeki hanlıklara sadece hediye gönderebilen ve ancak manevi destek sunabilen zayıf bir yapıya bürünmüştür. Rusların desteğiyle bölgedeki Azerbaycan hanlıklarına saldıran Ermeniler, bu dönemde de Azerbaycan’a en büyük zararı veren grup olmuştur.
  6. 1792 Yaş Antlaşması ile ilişkilerde altıncı dönem başlar. Osmanlı İmparatorluğu’nun artık Avrupa’nın "hasta adam"ı haline geldiği ve çöküş süreci içerisine girdiği bu dönemde, Azerbaycan ve Kafkasya’ya verilen destek, manevi destekle sınırlı kalmıştır. Ekonominin zayıflaması ve savaşlarda özellikle Rusya karşısında alınan küçük düşürücü yenilgiler, Osmanlı’nın özgüvenini sarsmış ve bölgedeki etkisini de tamamen kırmıştır. Bu tarihten itibaren, Azerbaycan ve halkı, adeta kendi kaderine bırakılmıştır.
  7. İlişkilerde Azerbaycan ve halkına verilen önemin artması, İkinci Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki Cemiyeti ve partisinin güçlenmesiyle başlar. Bu dönemde, her ne kadar içerisinde Ermeni, Rum ve farklı gayrimüslim komitacılar olsa da, İttihat ve Terakki’nin Enver Paşa ile sembolleşen Türkçü kanadının baskılarıyla, Kafkasya Türkleri ve Azerbaycan, devlet kademesinde yeniden önemli bir mesele haline gelmiştir. Balkan Savaşları’nda alınan yenilgiler ve Arap halklarının İngiliz kışkırtmasının da etkisiyle 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya sırt çevirmesinin neticesinde, Türkçülük ve Türk dünyası, Osmanlı için adeta tek seçenek haline gelmiştir. Bu dönemde, Rus desteğiyle kendi bölgelerinde çoğunluk olduklarını ispatlayabilmek adına katliamlara başlayan Ermenilerin mezalimleri de, Türkçü ruhun doğuşuna vesile olmuştur. Ayrıca Rusya’nın Bolşevik İhtilali sürecinde yaşadığı çalkantı, bölgedeki Türklerin kendi bağımsız devletlerini kurabilmesi imkânını doğurmuştur. Nitekim bu dönemde, 1918 yılında Türklerin ilk laik ve demokratik devleti olan Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti kurulmuş ve ayakta kalmaya çalışmıştır. Bu devleti oluşturan bölge Türkleri, derhal Doğu Cephesi Kumandanı Vehip Paşa ile irtibata geçmiş ve bunun sonucunda Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa’nın 300 kişilik subay kadrosuyla Gence’ye gitmesi kararlaştırılmıştır. 4 Haziran 1918 tarihinde Osmanlı ile Azerbaycan Cumhuriyeti arasında bir dostluk mukavelesi de imzalanmıştır. Bu mukavelenin en önemli maddesi olan 4. maddeyle, Azerbaycan’ın istemesi halinde Osmanlı’nın kendilerine silahlı yardımda bulunması esası benimsenmiştir. Bu gelişmeler sonucunda, Kafkasya (Kafkas) İslam Ordusu kurulmuş ve 10.000 kişilik küçük bir ordu olmasına karşın, bu ordu, Bakü’ye girmiş ve 30.000 düşman askerini esir almıştır. Bu başarıya karşın, diğer cephelerde alınan yenilgiler ve Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi müttefiklerinin de yenilmeleri yüzünden, Osmanlı İmparatorluğu 1918 yılında Mondros Mütarekesi’ni imzalamıştır. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin sona erdiği 1920 yılına kadar, bu anlatılan 7. dönem sürmüştür denilebilir. İlişkilerin psikolojik ve ideolojik açıdan en güçlü dönemi olan bu süreç, maalesef maddi ve askeri kapasite nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
  8. İlişkilerin sekizinci dönemi, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin yıkıldığı ve Azerbaycan’ın bir Sovyet (Rus) uydusu haline getirildiği komünizm dönemidir. Bu dönem, Anadolu Türklüğü ile Azerbaycan ve Kafkas Türklüğü arasındaki bağların koparıldığı ilişkilerin en kötü ve zayıf dönemidir. Bunun temel sebepleri ise; Sovyet Rusya ve Türkiye’nin Soğuk Savaş sürecinde farklı bloklarda yer almaları ve bunun yanında, Türkiye’nin, dev bir İmparatorluğa dönüşen SSCB karşısında maddi ve askeri kapasite yetersizliği nedeniyle, bölgeye yönelik aktif politikalar geliştirmekten imtina etmesidir. Bu dönemde, Azerbaycan ve dış Türkler adeta unutulmuş ve ilişkiler sıfır seviyesine indirilmiştir.
  9. İlişkilerde dokuzuncu dönem, SSCB’nin yıkıldığı ve Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1990-1991 yıllarından, Azerbaycan kaynaklarının işletilmesine yönelik 1994 yılındaki Asrın Sözleşmesi’nin imzalanmasına kadar geçen kısa süreçtir. Bu dönemde, Türkiye, Azerbaycan’a daimi destek vermiş ve gerekli idari ve askeri yapıyı kurmasında yardımcı olmuştur. Bu dönemde, Türkiye’deki Turgut Özal ve Süleyman Demirel iktidarları, Rusya’nın dağılma sürecinden de faydalanarak, Kafkasya ve Orta Asya’ya yeniden ilgi göstermeye başlamıştır. Ancak Soğuk Savaş süresince bu bölgeden kopan Türkiye, bu bölgedeki ilk denemelerinde acemilik yaşamış ve gerekli başarıyı gösterememiştir.
  10. Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı projesinin geliştirilmesiyle başlayan ve şimdilerde Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru Hattı, Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattı ve Trans Anadolu Projesi (TANAP) ile derinleşen -halen içerisinde olduğumuz- onuncu ve son süreç, ilişkilerin 18. yüzyıldan bu yana en güçlü olduğu dönemdir. İlişkilerin askeri boyutu da, basında ve akademide fazla işlenilmeyen ama çok önemli bir husustur. Süleyman Demirel-Haydar Aliyev’in birlikte kullandıkları veciz ifade, “tek millet, iki devlet” ile karakterize edilen bu dönem, bugünlerde Recep Tayyip Erdoğan-İlham Aliyev kardeşliği ile daha da pekişmiş durumdadır. Bu dönemde, ilişkiler, sadece ekonomik projelerle de sınırlı kalmamış ve kültürel hayattan sosyal ilişkilere, her yönden Türkiye-Azerbaycan bütünleşmesi başlamıştır. Azerbaycan’ın bu dönemde Latin alfabesini benimseyerek Batı medeniyetine yönelim gerçekleştirmesi de, bu ilişkilerin daha sağlam temelde kurulmasında önemli rol oynamıştır. Ancak bölgede Rusya'nın devam eden ağırlığı ve Türk-Rus çekişmesi, gelecek adına en önemli tehlikedir.
Kitap, elbette bu genel periyodizasyon ve kategorizasyon çabası dışında, çok ayrıntılı bilgiler içermekte ve bu konudaki müstesna bir çalışma olarak övgüyü hak etmektedir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


Hiç yorum yok: