2 Haziran 2015 Salı

Birleşik Krallık AB'den Çıkacak Mı?


Ülkede geçtiğimiz günlerde yapılan genel seçimleri 2017 yılında Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği üyeliğini referanduma götürmeyi vaat eden Muhafazakar Parti’nin kazanmasının ardından, İngiltere’de en önemli gündem maddesini AB ile olan ilişkiler ve birlikten çıkılıp çıkılmayacağı (popüler ifadeyle Brexit) tartışmaları oluşturuyor. Genel seçim sonuçları dikkatle incelendiğinde; AB yanlısı İşçi Partisi ve Liberal Demokrat Parti’nin ciddi oy kaybına uğradığı, AB karşıtı UKIP ve AB’ye kuşkuyla yaklaşan Muhafazakar Parti’nin ise oylarını arttırdığı görülüyor. Bu durum da dikkate alınırsa, Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılması senaryosu, artık fantastik bir ihtimal olmaktan ziyade ciddi bir politika alternatifi haline gelmiş durumda. Her ne kadar Başbakan David Cameron bu konuda seçmenleri yönlendirici sert bir tavır ortaya koymasa da, son dönemde AB politikalarına karşı geliştirdiği itirazlar ve üyeliği referanduma sunacağını açıklaması, Cameron’ın da “Demir Leydi” lakaplı eski muhafazakar Başbakan Margaret Thatcher’a benzer şekilde büyük bir AB hayranı olmadığını gösteriyor. Bu yazıda Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılmak istemesinin nedenlerini ve olası ayrılığın ülke ekonomisi ve siyasetindeki etkilerini farklı kaynaklardan derleyerek sizler için özetlemeye çalışacağım.

Birleşik Krallık’ın AB üyeliği konusundaki isteksizliğinin ilk önemli sebebi, Birleşik Krallık’ın bu yeni dönemde dünya siyasetinde üstlenmek istediği rolle alakalıdır. 1962 yılında eski ABD Dışişleri Bakanı Dean Acheson, Birleşik Krallık’ı “bir imparatorluğu kaybetmiş ve yeni bir rol arayan bir ülke” olarak tanımlamıştı.[1] Hakikaten Acheson’ı doğrular şekilde, Soğuk Savaş döneminde Birleşik Krallık, AB ile ABD’yi özellikle Sovyetler Birliği’ne yönelik güvenlik politikaları ekseninde uyumlu hale getiren ve aradaki bağlantıyı kuran kilit ülke olarak yeni ve önemli bir rol üstlenmiş ve dahası 1973 yılında Fransa’nın yıllar süren (1961-1967) “boş sandalye” politikasını aşarak, AB’ye (o dönemde AET) tam üye olan bir ülke haline gelmişti. Bu yeni rol, büyük bir İmparatorluk sahibi olmak kadar olmasa da, İngilizleri ve Birleşik Krallık’ı önemli ölçüde tatmin edebilmiş ve özgüvenini yerine getirmiştir. Soğuk Savaş dönemi boyunca İngiltere bu rolü benimsemiş ve bu konuda başarılı bir performans göstermiştir. Ancak Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Almanya ve Fransa’nın, son yıllarda kendi içlerinde uyumlu bir ikili olarak AB çatısı altında ABD ve İngiltere’nin politikalarıyla örtüşmeyen bazı angajmanlar içerisine girmesi[2], jeopolitik düzlemde İngiltere’nin AB üyeliğini sorunlu bir hale getirmektedir. AB içerisinde Almanya’nın ekonomik hakimiyetini kabul ettirmesi ve siyasal liderliğin de birlik içerisinde Almanya ve Fransa arasında paylaşılıyor gibi bir görüntü vermesi, İngiltere’nin bu konudaki isteksizliğini daha da üst boyutlara taşımaktadır. Nitekim 200-300 yıl kadar dünyayı tek başına yönetmiş bir imparatorluğun mirasçısı olan İngiltere, küçük Avrupa kıtası içerisinde yer alan AB’nin işleyişinde bile arka planda kalmayı içine sindirememektedir. İlginç bir şekilde Almanya ve Fransa da, İngiltere’nin bu tavrını destekler gibi gözükmektedir. Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un bir süre önce “İngilizleri AB’den kırmızı halı ile uğurlayacakları”nı kaydeden açıklaması, bu noktada son derece önemlidir.[3] Zaten Birleşik Krallık’a AB içerisinde ABD’nin “truva atı” olarak bakıldığı iddiası da halen akıllardadır.[4] Dolayısıyla, Birleşik Krallık için AB’den ayrı ve ABD ile uyumlu bir şekilde Orta Doğu’da ve diğer bazı bölgelerde daha aktif roller üstlenmek, bu yeni dönemde daha cazip bir rol haline gelebilir. Bu durum, AB içerisinde güçlerini konsolide etmek isteyen Fransa ve Almanya’nın çizgisiyle de desteklenebilir. Aslında 11 Eylül saldırıları sonrasında Tony Blair döneminde de İngiltere buna benzer bir rolü ABD ile beraber üstlenmeyi denemiş, ancak bu ilk deneme başarısızlıkla sonuçlanmıştır.[5] Bunun temel nedeni ise, İngiltere’nin uzun yıllardır savaş deneyiminden yoksun bir ülke olması ve Irak Savaşı’nın “Saddam Hüseyin’in elinde kitle imha silahlarının olduğu” şeklindeki bir yalan üzerine kurulu olması nedeniyle dünya kamuoyundan yeterince destek bulamamasıdır. Ayrıca Tony Blair’in sol bir lider olarak askeri-güvenlik politikalarına ağırlık vermesi de, İngiliz halkında ve dünyadaki sol hareketlerde kendisine karşı ciddi bir tepki oluşturmuştur. Oysa şimdi iktidarda Muhafazakar bir Başbakan vardır ve Orta Doğu’da IŞİD terörünün yarattığı infial, her türlü askeri müdahaleyi sempatik hale getirmektedir. Bu yüzden, bu yeni dönemde İngiltere bu yöndeki politikalarında ısrarcı olursa, Blair dönemine kıyasla çok daha başarılı olabilir ve dünya kamuoyundan da daha fazla destek alabilir. Ancak bu noktada düşman tanımlaması doğru yapılmalı ve IŞİD gibi terör örgütleriyle mücadele ön plana çıkarılmalıdır.

Angela Merkel ve David Cameron

İngiltere’nin AB üyeliği konusundaki çekincelerinin ikinci önemli nedeni ise ekonomiktir. “İngiltere, Avro Bölgesi’ni tehdit eden finansal risklerin kendisini de etkilemesinden ve mali istikrarsızlığın büyümesinden endişe etmektedir. İngilizler, Avro Bölgesi’nde yer almamakta ve bağımsız bir finans merkezi olarak varlığını sürdürmektedir. Ancak Avro Bölgesi’ndeki krizin yan etkileri giderek artan bir şekilde İngiltere’yi tehdit etmektedir.”[6] Oysa Başbakan David Cameron, AB’nin iyi bir mali yapılanma çerçevesinde Avro bölgesinde yer almayan ülkelere de finansal güvence tanımasını istemektedir. AB’nin üretim düzeyinin sürekli olarak düşmesi ve bu üretimin Almanya’ya bağımlı olması da, bu noktada İngilizlerin bir diğer çekincesi olarak görülmelidir.[7] Nitekim Muhafazakar Parti’den UKIP’e geçen bir milletvekili olan Mark Reckless, Avro (Euro) bölgesinde yaşanan sorunlar, gelişen piyasaların başarıları ve ABD ekonomisinin AB’ye kıyasla göreceli olarak istikrarı dikkate alındığında, İngiltere’nin AB’den ayrılmasının daha doğru bir strateji olduğunu savunmaktadır.[8] Ancak AB’den özel ve avantajlı bir anlaşma yapılmadan çıkılması durumunda, İngiltere’nin kıta Avrupası’ndaki pazarı tamamen Fransa ve Almanya’ya kaybetmesi gibi bir risk gündeme gelecektir. Hatta AB’den çıkılması durumunda, ülkede 2008 ekonomik krizine benzer bir kriz yaşanacağını ve ekonominin yüzde 9,5 oranında küçüleceğini ileri süren bazı felaket senaryoları da bulunmaktadır.[9] Şu bir gerçektir ki, İngiltere halen dış ticaretinin yüzde 45’ini AB ülkelerine yapmaktadır.[10] Deutsche Welle’nin bir haberine göre ise bu yüzde 50’nin üzerindedir.[11] Bu pazarlara İngiliz firmaları ve mallarının ekstra vergiler ödeyerek girmesi ise, Brexit durumunda Birleşik Krallık için dezavantajlı olacaktır. Londra merkezli Center for European Reform (CER) isimli araştırma kuruluşunun bulgularına göre; İngiltere’deki doğrudan yabancı yatırım stokunun yüzde 50’si AB menşelidir ve İngiltere bankalarının euro bölgesindeki varlıkları, ABD’deki varlıklarından yüzde 70 daha fazladır.[12] Lakin, bu olumsuz bulgulara rağmen[13], İngiltere’nin zengin ama küçük Avrupa pazarı yerine, zaten bir ölçüde etkili olduğu Hindistan ve Çin gibi devasa pazarlara girebilmesi durumunda, bu kaybın etkileri hiç de fazla olmayabilir. Nitekim bir süre önce Birleşik Krallık, Çin Halk Cumhuriyeti’nin liderliğini yaptığı Asya Altyapı Yatırım Kalkınma Bankası’na üye olma kararı almıştır ve ABD’den gelen eleştirilere rağmen bu üyeliği gerçekleştirmiştir.[14] Ayrıca, AB bütçesine en çok katkı veren ülkelerden birinin İngiltere olduğu ve bu paranın artık ülkede kalacağı da düşünülürse, felaket senaryoları daha da geçersiz hale gelmektedir.[15] Eski Başbakanlardan Gordon Brown’ın AB’den ayrılmayı “Kuzey Kore” seçeneğine benzetmesi ise, son derece özgüvensiz ve abartılı bir yaklaşımdır. Nitekim AB’den çıkış halinde bile, AB ile özel bir anlaşma ile serbest ticaretin devam etmesi garanti altına alınabilir ve böylelikle olumsuz etkiler kolaylıkla atlatılabilir. Dahası, yeni pazarlara giriş anlamında da daha büyük bir serbesti elde edecek olan Birleşik Krallık, her iki açıdan da avantaj sağlamış olur. Aynı durum, Avrupa ülkelerine turizm için serbest geçiş anlamında da kolaylıkla düzenlenebilir. Tabii ki, bu noktada Birleşik Krallık’ın ABD-AB ekonomik bütünleşmesini öngören Transatlantik Yatırım ve İşbirliği Anlaşması ve ABD’nin Japonya ve diğer Uzak Asya ülkeleriyle ekonomik bütünleşmesini öngören Transpasifik Yatırım ve İşbirliği Anlaşması gibi yeni oluşan ekonomik havzalara da dahil olacak şekilde bir “çıkış” gerçekleştirmesi gerekmektedir. Ancak bunun için, böyle esnek düşünebilme yetisi ve müzakere becerisi gereklidir.

Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılmak istemesinin üçüncü bir nedeni ise kültürel ve psikolojiktir. Daha önce bahsettiğim şekilde, AB içerisinde Almanya-Fransa ekseninin liderliği, İngilizleri psikolojik olarak yeterince mutlu etmemekte ve onların büyüklük duygusunu yeterince alevlendirmemektedir. Kültürel olarak da İngilizlerin “Avrupalı” gibi bir yapay üst kimlikten ziyade kendilerini “İngiliz”, “Britanyalı”, “Kraliçe’nin Çocukları” gibi birleştirici bir kimlikle ifade etmek istediği ortadadır. Ancak AB’den ayrılmanın bir olumsuz etkisi, adadaki kültürel çeşitlilik ve zenginliğin azalacak olması ve milliyetçi ve içe kapanmacı sağ akımların güçlenme ihtimalidir.[16] Ancak bu da, kanımca hatalı bir yaklaşımdır. İngiltere, zaten ağırlıkla eski koloni ülkelerinden gelen milyonlarca yabancı kökenli vatandaşa ve çalışana sahip olan bir ülkedir ve kendi içerisinde çoğulculuğa fazlasıyla sahiptir. Unutulmamalıdır ki; Britanyalı kimliğinin Avrupalı kimliğinden farklı olarak yeniden inşa edilmesi/güçlendirilmesi, sanılanın aksine Kuzey İrlanda, Galler ve özellikle İskoçya’daki alt kimlikleri ve ayrılıkçı akımları da zayıflatabilir. Buna ek olarak, AB’nin federal yapısı içerisinde giderek zayıflayan İngiliz devleti, böylelikle kendisini yeniden güçlü bir konuma getirebilir. Bu nedenle İngiltere için AB’den ayrılma seçeneği hiç de küçümsenecek bir ihtimal değildir.

Ancak bütün bu faktörlerin yanında, İngiltere’nin AB’den ayrılma kartını bazı politik gerekçelerle ve şu an için daha çok bir şantaj unsuru olarak kullandığı da bir gerçektir. Zira bu şekilde hem Başbakan Cameron iç politikada UKIP’in büyük bir çıkış gerçekleştirmesini engellemekte ve milliyetçi oyları partisinde konsolide etmekte, hem de AB ile olan müzakerelerde bazı imtiyazlar koparabilmeyi ummaktadır. Jean-Claude Juncker’in seçilmesi örneğinde sonuçsuz kalan bu şantajlar, ilerleyen dönemde daha etkili bir şekilde kullanılabilir. İngiltere’nin bu yaptığı ise kesinlikle ayıplanmamalıdır. Zira Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan gibi çok daha küçük ülkelerin bile Türkiye ile ilişkiler, Türkiye’nin AB üyeliği ve Kıbrıs Sorunu gibi konularda AB’yi rehin aldığı düşünülürse, Birleşik Krallık gibi güçlü bir devletin bu unsurları devreye sokması haklı ve yerindedir.

Son olarak, Birleşik Krallık’ın AB’den çıkışı giderek güçlenen bir ihtimal olmasına karşın, bu senaryonun gerçekleşmesi konusunda doğrudan etkili olabilecek bazı faktörler henüz netleşmiş değildir. Bu faktörler ise; bu konuya yön verme potansiyeli olan Amerika Birleşik Devletleri’nin tavrı (Cumhuriyetçi bir iktidarda bu yönde daha güçlü bir destek gelebilir), Almanya ve Fransa’nın AB’nin zayıflamaması adına İngiltere’ye sunabilecekleri bazı siyasi ve ekonomik imtiyazlar ve tabii ki son tahlilde İngiliz halkının referandum aşamasında vereceği yanıt olacaktır.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] Iqbal, Jawad (2015), “Does the UK remain a world power?”, BBC, Erişim Tarihi: 02.06.2015, Erişim Adresi: http://www.bbc.com/news/uk-32317703.
[2] Bu noktada, İkinci Körfez Savaşı öncesinde bu iki ülkede (Almanya ve Fransa) gelişen ABD’deki Cumhuriyetçi George W. Bush yönetimine karşıt ve Saddam Hüseyin yanlısı güçlü tavırlar akla gelebilir. Bu çizgiyi takip eden Gerhard Schröder ve Jacques Chirac, ilerleyen yıllarda siyaset sahnesinden tasfiye olmuşlardır.
[3] Tüysüzoğlu, Göktürk (2013), “İngiltere AB’den Kopuyor Mu?”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 02.06.2015, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/ingiltere-abden-kopuyor-mu/.
[4] Son yıllarda Birleşik Krallık, AB’nin ortak bir dış politika geliştirmesine engel olmak konusunda büyük gayret göstermiştir. Bakınız; Le Corre, Philippe (2015), “Questions about Britain’s international leadership”, Brookings, Erişim Tarihi: 02.06.2015, Erişim Adresi: http://www.brookings.edu/blogs/order-from-chaos/posts/2015/05/06-britain-leadership-questions-lecorre?cid=00900015020149101US0001-0507.
[5] Iqbal, Jawad (2015), “Does the UK remain a world power?”, BBC, Erişim Tarihi: 02.06.2015, Erişim Adresi: http://www.bbc.com/news/uk-32317703.
[6] Tüysüzoğlu, Göktürk (2013), “İngiltere AB’den Kopuyor Mu?”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 02.06.2015, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/ingiltere-abden-kopuyor-mu/.
[7] Örmeci, Ozan (2013), “David Cameron’ın Tehlikeli Oyunu”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 02.06.2015, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/david-cameronin-tehlikeli-oyunu/.   
[8] Preston, Alex (2015), “What would happen if Britain left the EU?”, The Guardian, Erişim Tarihi: 02.06.2015, Erişim Adresi: http://www.theguardian.com/politics/2015/apr/19/what-would-happen-if-britain-left-the-eu-consequences-of-exit.
[9] Preston, Alex (2015), “What would happen if Britain left the EU?”, The Guardian, Erişim Tarihi: 02.06.2015, Erişim Adresi: http://www.theguardian.com/politics/2015/apr/19/what-would-happen-if-britain-left-the-eu-consequences-of-exit.
[10] White, Michael & Elliott, Larry & Higgins, Charlotte (2014), “What if Britain left the EU?”, The Guardian, Erişim Tarihi: 02.06.2015, Erişim Adresi: http://www.theguardian.com/politics/2014/nov/04/what-if-britain-left-the-eu-europe-politics-economy-culture.
[11] “What would happen if Britain left the EU?”, Deutsche Welle, Erişim Tarihi: 02.06.2015, Erişim Adresi: http://www.dw.de/what-would-happen-if-britain-left-the-eu/av-17729903.
[12] Kutlay, Mustafa (2014), “Mustafa Kutlay: İngiltere AB’den Ayrılırsa Ne Olur?”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 02.06.2015, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/mustafa-kutlay-ingiltere-abden-ayrilirsa-ne-olur/.  
[14] “US anger at Britain joining Chinese-led investment bank AIIB”, The Guardian, Erişim Tarihi: 02.06.2015, Erişim Adresi: http://www.theguardian.com/us-news/2015/mar/13/white-house-pointedly-asks-uk-to-use-its-voice-as-part-of-chinese-led-bank.
[15] İngiltere’nin 2014-2020 döneminde AB bütçesine yapacağı net katkı GSYH’sinin yıllık yüzde 0,5’ine denk geliyor. Bakınız; Kutlay, Mustafa (2014), “Mustafa Kutlay: İngiltere AB’den Ayrılırsa Ne Olur?”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 02.06.2015, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/mustafa-kutlay-ingiltere-abden-ayrilirsa-ne-olur/.  
[16] White, Michael & Elliott, Larry & Higgins, Charlotte (2014), “What if Britain left the EU?”, The Guardian, Erişim Tarihi: 02.06.2015, Erişim Adresi: http://www.theguardian.com/politics/2014/nov/04/what-if-britain-left-the-eu-europe-politics-economy-culture.

Hiç yorum yok: