24 Aralık 2013 Salı

Devlette Kavga Var!


17 Aralık'ta başlayan ihale ve rüşvet operasyonu; İran'ın ticaret ambargolarını delen altın ticaretinden ayakkabı kutularında saklanan milyon dolarlara, sahne dünyamızın önemli isimlerinden birinin eşinden bakan çocuklarına kadar uzanan ve ancak romanlara konu olabilecek ilginç gelişmelere sahne oldu. Elbette bu süreçte hükümetin yalnızca görevlerini yapmakta olan kolluk kuvvetlerine ve adli sürece müdahale etmesi, Türkiye'nin dış kamuoyundaki imajı ve demokratik rejimine çok büyük bir darbe vurdu. Ben bu müdahalelerin Adalet ve Kalkınma Partisi'nin oy oranına da yansıyacağını tahmin ediyorum. Kanımca ortalaması merkez sağ olan Türk seçmeni, 1990'lardan sonra merkez sağdan İslamcı siyasete kaydıysa, burada merkez sağ partilerin yaptıkları ayyuka çıkmış yolsuzlukların büyük etkisi vardır. Şimdi de benzer bir sürecin AKP için geçerli olması mümkündür. Bu açıklamanın ardından bu yazıda Türkiye'nin son yıllarda yaşadığı süreçleri küresel siyasi denklem içerisinde analiz etmeye çalışacağım.

1950'lerden beri bir Batı müttefiki olan Türkiye'nin potansiyel gücünün yüksekliği, başta bölgedeki komşu ülkeler olmak üzere tüm ülkeleri hatta müttefiklerini dahi daima korkutmuştur. İşin bir diğer boyutu ise, demokrasi geleneğine oldukça yabancı olan Türklerin, iktidar yoğunlaşması yaşanılan dönemlerde sık sık otoriter rejimlere ve yolsuzluklara yönelmesidir. Maalesef ülkemizde kalkınmacı, ekonomik büyümeyi başarıyla uygulayan hükümetler, kısa sürede bu başarılarından cesaret alarak yolsuz ve kendi halkının bir bölümünü düşman gören otoriter yönetimler kurmuşlardır. Bu trend AKP döneminde de devam etmiştir. Başarılan onca proje, yakalanan yüksek ekonomik büyüme oranları ve diğer tüm hizmetler işte bu yolsuzluk dalgası ve otoriterleşen yönetim üslubu içerisinde kaybolmaya mahkumdur. Zira insanlar için özgürlük ve adalet, ekonomik gelişmişlikten bile daha kıymetli ve en temel değerdir. Hükümetin gözgöre adaletsiz davranması, toplumun sadece bir kesimine hizmet eden partizan anlayışı ve "benim hırsızım iyidir" politikaları, umuyorum halkımız tarafından da en ağır şekilde cezalandırılacaktır.

Konuya daha güvenlik eksenli baktığımızda ise, tüm gelişmiş ülkelerde var olan ve "devlet aklı"nı temsil eden yapının Türkiye'de 2000'lere kadar daha çok askeriye içerisinde teşkilatlandırıldığını görmekteyiz. Oysa ordunun, geçmişte bu yapıyı kullanarak ülkeyi artık halkın tepki gösterecek bilince ulaştığı demokrasi dışı müdahalelere sürüklemesi ve en son 2003 Irak Savaşı'nda gördüğümüz Batılı müttefiklerine karşıt tutumunun son birkaç yılda Batılı karar alıcılarını farklı bir modele yönlendirdiği anlaşılıyor. Bu modelde anlaşıldığı kadarıyla yeni devlet aklı, daha adliye ve polis merkezli ve gevşek bir cemiyet görünümü arz eden bir yeni seçkin (elit) grupta toplanmıştır. Fethullah Gülen'in sembolik liderliğinde oluşan bu grubun, aslında 21. yüzyılda Türk devlet aklını temsil ettiğini düşünüyorum. Demokrasiye inanan bir akademisyen olarak bunu söylemek çok hoşuma gitmese de, devletlerin güvenlik politikalarını yönlendiren bu gibi mekanizmalar dünyanın hiçbir yerinde demokrasiye uygun değildir ve de olmamalıdır. Halkın, bir devletin güvenlik politikalarına yön verebilmesi çok sağlıksız sonuçlar doğurabilir. Bu Amerika Birleşik Devletleri'nde de, Avrupa ülkelerinde de böyledir. Türkiye'de de böyle olmalıdır. Köy-kasaba dolaşıp oy isteyen siyasetçilerin hiç anlamadıkları askeri-güvenlik sorunları ve istihbarat konularında devlete rota çizmeleri o ülkeyi kaçınılmaz bir şekilde felaketlere sürükleyecektir. İşte bu nedenle Türkiye'de yeni devletin inşa süreci, bu gibi yolsuzlukları açığa çıkaran ve eski devleti tasfiye eden adli operasyonlarla halen etmektedir.

Bu süreçte elbette herşey güllük-gülistanlık değildir ve birçok hukuksuzluk yaşanmaktadır. Bu yaşanılan haksızlıklar da sağlıklı bir geçiş için en kısa sürede düzeltilmelidir. Aksi takdirde yeni Türkiye eskisini bile aratan kötü bir model oluşturabilir. Darbe olmaması ve ordu üzerinde sivil denetim demokrasinin ön şartıdır ancak tek şartı değildir. Nasıl sivil iktidarların demokratik bir düzen içerisinde denetlenmesi gerekiyorsa, güvenlik birimlerinde de adil bir güç paylaşımı yapılarak salt bir kurumun devlette hakimiyetinin kurulması engellenmelidir. Yakında dış politikada ve Kürt sorununda çok zorlu bir sürece gireceğimiz düşünülürse, bu dönüşüm en kısa sürede ve en adaletli şekilde tamamlanmalıdır. Son olarak şunlar söylenmelidir; devletler tank gibidirler ve dolayısıyla hamleleri ağır olur. Ancak hamle kararı alındığı zaman sonuna kadar giderler. Olayları salt analiz amacında olan objektif bir gözlemci olarak baktığımda, bu yaşanılan olaylar şahsıma kaçınılmaz bir sürecin parçaları gibi gelmektedir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci

Hiç yorum yok: