19 Nisan 2013 Cuma

Büyük Orta Doğu, Küçük Türkiye Mi?


Günümüzde uluslararası ilişkiler disiplininde dünya siyasetindeki gelişmelere iki temel açıdan yaklaşmak mümkündür. Bunlardan birincisi, Realizm (Gerçekçilik) adını verdiğimiz ve dünyayı daha çok ulusal güvenlik ve jeopolitik açılarından değerlendiren yaklaşımdır. İkinci tip yaklaşım olan İdealizm ya da Liberalizm ise, dünyayı daha çok demokrasi, insan hakları ve benzeri değerler üzerinden değerlendiren ve 21. yüzyıl dünyasında daha çok rağbet gören yaklaşımdır. Ciddi bir devlet için sağlıklı olan, kararlarını alırken bu iki temel yaklaşıma göre de değerlendirmeler yapmak ve bu ikisi arasında bir denge kurmaktır. Türkiye’de son dönemde İdealizm’in devlet katında tek geçerli görüş haline gelmesi sebebiyle, Türk milleti adını verdiğimiz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları yakın bir gelecekte karşılaşmaları muhtemel sorunlar hakkında yeterince bilgi sahibi olamamaktadır. Bu nedenle bu yazıda Türkiye’nin çevresinde yaşananları daha çok Realizm ve jeopolitika perspektifinden değerlendirerek, Türkiye’yi bekleyen olası tehlikeleri anlatmaya çalışacağım.

Bilindiği üzere orta ve uzun vadeli planlar yapan ve bunları dünya kamuoyu ile çeşitli vesilelerle paylaşmaktan çekinmeyen dünyanın hala tek süper gücü durumundaki Amerika Birleşik Devletleri, 1. Körfez Savaşı ile önce 36. paralelin kuzeyini güvenli bir bölge haline getirerek kurulması planlanan Kürt Devleti’nin ilk parçasının temelini atmış, daha sonra 2003 yılında başlayan 2. Körfez Savaşı ile de bu parçayı merkezi hükümetten büyük ölçüde kopararak Kürt devletinin ilk ayağını oluşturmuştur. Bugün ise dört parçalı durumda bulunan Büyük Kürt Devleti’nin 2. ve 3. parçaları için yoğun bir diplomasi ve istihbarat trafiği sürdürülmektedir. Türk Devleti de bilerek veya bilmeyerek bu sürecin aktif bir destekçisidir. Tunus ve Mısır’da doğal olarak gelişen ve halk tarafından gerçekleştirilen Arap Baharı’nın, yabancı devletler ve NATO desteğiyle bir emperyalist projeye dönüştürüldüğü Libya operasyonu ve sonrasında Suriye’de çıkarılan içsavaş sayesinde, bugün Büyük Kürdistan’ın 2. parçası Suriye’nin kuzeyinde PYD güçleri ve barış süreci sonrasında Türkiye’den bu bölgeye gitmesi muhtemel PKK güçleri tarafından gerçekleştirilmek üzeredir. Suriye merkezi hükümetine karşı tavır alan ve isyancıları destekleyen Türkiye Cumhuriyeti de bu sürece aktif destek vermektedir. Sürecin sonucunda hükümet düşerse Irak’takine benzer şekilde önce federal ya da özerk, daha sonra ise bağımsız bir Kürt Devleti’nin kurulması gerçekçi bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı anda Türkiye’de devam eden barış süreciyle birlikte Büyük Kürdistan’ın 3. parçası ise Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde sürdürülen çalışmalarla birlikte artık iyice olgun hale getirilmektedir. Açık konuşmak gerekirse 2007 yılında Armed Forces Journal dergisinde yayınladığı “Blood Borders (Kanlı Sınırlar)” makalesi ve BOP haritası nedeniyle tepki çeken Ralph Peters’in söyledikleri birer birer gerçekleşmekte ve Büyük Kürdistan’ın temelleri açık açık atılmaktadır. Suriye’nin kuzeyi ve Türkiye’nin güneydoğusunda gerekli şartlar yerine getirildikten sonra ise Büyük Kürdistan’ın 4. ayağı İran’dan koparılacak olan bir parça ile tamamlanacak ve bölgede İsrail için Arap olmayan güvenilir müttefik arayışları Büyük Kürdistan’ın tamamlanması ile nihai sonucuna ulaşacaktır. Bunlar karamsar bir değerlendirme değil, Türkiye’nin çevresinde olan bitenin Realizm perspektifinden okunmasıdır.

Türkiye Cumhuriyeti siyasal eliti bu proje son sürat devam ederken, Kürtlere barış mesajları vererek ve İslam kardeşliğinin dozunu laiklikten taviz vererek arttırmaya çalışarak bu gidişatı engelleyebileceğini ummaktadır. Elbette Türkiye her zaman etken durumunda olan ve başkalarının planlarında figüranlık yapan zayıf bir ülke değildir. Ancak bölgedeki tüm diğer aktörlerin (Kürtler, İsrail, ABD ve Batı dünyası) desteklediği bu süreci Türkiye’nin tek başına durdurması da pek mümkün gözükmemektedir. Dahası etnik bilinci üst noktaya taşınmış Kürtlerin artık az ile yetinmeyeceği ve kendilerine büyük bir devlet kurmak isteyecekleri son derece açıktır. Türkiye’nin bu sürece karşı durabilmesi için rejim farklılıklarına karşın İran’la daha yakın ilişkiler geliştirmesi akılcı gözükmektedir. Bunun için de yapılabilecek en doğru adım, Malatya Kürecik’te kurulan NATO füze kalkanı projesinden vazgeçmek ve şimdilik NATO bloğu içerisinde kalarak durumun daha da ağırlaşmasını önlemek olmalıdır. İran’la diplomatik ilişkilerin bir an önce düzeltilmesi ve Suriye’de barış müzakerelerinin desteklenmesi de Türkiye’nin dış politikasında atılabilecek acil adımlardandır.

Büyük Ortadoğu’nun “Küçük Türkiye” olmaması için artık dış politikaya sadece insan hakları ve demokrasi açısından değil, güvenlik ve jeopolitika açılarından da bakabilmeyi öğrenmeliyiz. Aksi takdirde bugünleri ileride çok arayacağız. Benden söylemesi…

Dr. Ozan ÖRMECİ


Hiç yorum yok: