25 Mart 2013 Pazartesi

Başbakan Erdoğan'ın İmdadına İsrail Yetişti!



Okuyanlar hatırlayacaktır... PKK terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan’la yapılan “barış” (!) görüşmelerinin toplumda büyük öfke yaratacağını, Kürt sorunu ile PKK sorununu devlet katında mutlaka ayrıştırmak gerektiğini, aksi takdirde toplumda silahla hak kazanılabilir düşüncesinin yaygınlaşacağını ve Türkiye’nin çok çalkantılı bir sürece girebileceğini daha önceki yazılarımda ifade etmiştim. Her ne kadar Türk medyası -üzerindeki baskıların da etkisiyle- bu konuda tarafsızlık ilkesini gölgeyecek ölçüde karartma yapsa ve taraflı yayın politikası gütse de, bu sürecin daha şimdiden AKP başta olmak üzere tüm siyasal partilerin tabanında huzursuzluk yarattığını görebiliyorum. İşte böyle bir ortamda gelen İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun kanlı Mavi Marmara Baskını ile ilgili olarak yaptığı özür telefonunu nasıl okumalıyız? Bu yazıda bu sorunun cevabını aramaya çalışacağım.

Şu bir gerçek ki, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluşu ve hızlı yükselişi İsrail açısından kritik bir faktör olan İran’ın nükleer enerji çalışmalarıyla ilginç bir şekilde aynı tarihsel döneme denk gelmiş, bu iki olgu kolkola ilerlemiştir. Aslına bakılırsa tüm bu “Arap Uyanışı” ya da “Arap Baharı” adı verilen süreci de, İsrail’in varlığına yönelik bir saldırı olarak gördüğü İran’ın nükleer çalışmalarına yönelik askeri tedbirler geliştirmesi durumunda, İran’ı destekleyebilecek olan aktörlerin zayıflatılması, karıştırılması ya da dağıtılması olarak okuyanlar da vardır. Nitekim bu süreçte Türkiye’nin ve Başbakan Erdoğan’ın öne çıkması ve Arap dünyasında özellikle Sünni nüfus üzerinde çok etkili bir kişi haline gelmesi, İran’ın elini zayıflatmış ve İsrail’in konumunu güçlendirmiştir. Suriye’de Esad yönetiminin zayıflaması hatta iktidarı kaybedecek duruma gelmesi örneğin, İran’ı olası bir çatışmada İsrail karşısında yalnızlığa itebilecek bir gelişmedir. İran’ın nükleer silaha ulaşmasının yalnızca İsrail değil, Türkiye ve tüm bölge aktörleri için olumsuz bir gelişme olduğu fikrine katılsam da, bu durumun sahne önündeki teatral şovlarla aptal yerine konan Müslümanlara ve Türk milletine farklı yansıtılması oldukça üzücü bir durum. Zira “one minute krizi” ve benzeri şovlara rağmen Türkiye ile İsrail tarihlerinin en iyi ekonomik ilişkilerini yaşıyorlar. Dahası PKK açılımının yapıldığı ve AKP oylarının ciddi erime riskinin olduğu şu son dönemde İsrail Başbakanı Netanyahu’dan gelen özür telefonunun zamanlamasına dikkatinizi çekmek istiyorum. Şunu artık net olarak söyleyebiliriz ki; ABD ve İsrail başta olmak üzere Batı dünyası İran meselesi çözülene kadar AKP’yi ve Başbakan Erdoğan’ı iktidarda tutmak istiyorlar. Bu mesele çözülünce elbette AKP ve Erdoğan da siyasal tarihte diğer birçok partimize ve liderimize yapıldığı şekilde uğurlanacak. Ancak henüz İran meselesi çözülmediğine göre, Netanyahu’nun telefonu Başbakan Erdoğan’ın düşen oy ve prestijini arttırmak için yapılmış açık bir yardım ve jesttir. Başbakan Erdoğan’ın dün buna sert tepki göstermesi ise işin teatral boyutunun yeni bir yansımasıdır. Gerçekler gün gibi ortadadır, Başbakan Erdoğan ve AKP’nin imdadına her zaman olduğu gibi İsrail yetişmiştir. Bundan on yıllar sonra, eminim 2007 ve 2009 yıllarındaki kriz dönemleri de incelendiğinde burada yine İsrail etkisi fark edilecektir. İsrail ve ABD açısından bu durumun makul bir açıklaması vardır; İran düşmanlığını laik ve solcu bir partiye yaptırmak Türkiye’deki İslamcıların tepkisi çekecek ve anti-emperyalizmi körükleyecektir. Oysa bunları İslamcı bir parti yaparsa, muhafazakar taban da çok rahat sürece entegre edilebilir ve uyutulabilir. Türkiye’nin son 10 yıldaki hikayesi aslına bakılırsa budur. Bu durum Türkiye açısından da faydalı olarak değerlendirilebilir. Bu bir görüştür ve her görüş gibi saygıyla değerlendirilmeli, kar-zarar hesabı mantığında incelenmelidir. Ancak Türkiye’deki temel sorun, bu gerçeklerin tv ekranlarında cereyan eden şovlarla halka farklı yansıtılması ve halkın alenen aptal yerine konmasıdır. Beni rahatsız eden de politikanın kendisinden ziyade durumun bu sanal boyutudur.

Son olarak İsrail’in özrü meselesinin AKP oylarında ufak bir artış sağlayabilecek olmasına karşın, PKK açılımı nedeniyle partinin totalde kayba uğradığını düşündüğümü belirtmek isterim. Bu noktada AKP’nin tek şansı sağda kendisine güçlü bir rakip bulamaması, CHP’nin de solda olması ve Başbakan Erdoğan’ın olağanüstü yıpratma çalışmaları sebebiyle toplumun yarısı tarafından hiçbir şekilde tercih edilmemesidir. Türkiye’de istisnai dönemler hariç unutulmamalıdır ki her zaman sağ sağa alternatiftir. Bu nedenle AKP’nin çekinmesi gereken soldaki CHP’den ve Bahçeli döneminde merkez sağa yanaşmasına rağmen ideolojik yapısı nedeniyle bir türlü tüm sağı kucaklayamayan MHP’den ziyade sağda yeni bir partinin kurulmasıdır. Genel Koordinatörü olduğum Uluslararası Politika Akademisi adına öğrencilerimin büyük anket şirketleri ve gazeteler gibi yüklü paralar alarak değil, cep harçlıklarından arttırdıkları ufak paralarla yaptıkları “Bugün Seçim Olsa?” anketinin sonuçlarını da yakında açıklayacağımızı belirterek Kıbrıs’tan hepinize sevgiler ve selamlarımı iletirim.

Dr. Ozan ÖRMECİ

Hiç yorum yok: