22 Kasım 2012 Perşembe

Amerikan Başkanlık Seçimleri ve Küresel Liderlik


Akademik Perspektif dergisinde yayınlanan, Hüseyin Can Coşkun'un benimle yaptığı ABD Başkanlık seçimleri ve dünya siyaseti temalı röportaja ulaşmak için buraya tıklayınız.

Dr. Ozan Örmeci

18 Kasım 2012 Pazar

Fransa'da UMP Yeni Liderini Seçiyor


Fransa’da önceki gün Fransız Meclisi’ndeki 577 koltuktan 194’üne, Fransız Senato’sunda 348 koltuktan 132’sine sahip olan ana muhalefet partisi konumundaki Union Pour Un Mouvement Populaire (Halk Hareketi Birliği) partisinin, Nicolas Sarkozy’nin aktif siyasete ara vermesinin ardından bir sonraki Genel Başkanı’nı belirleyecek olan seçimler yapıldı. Seçimlerde iki önemli siyasetçi François Fillon ve Jean-François Copé yarıştılar ve ancak sabah itibariyle henüz kimin seçimi kazandığı belirlenemedi. Şimdi Sarkozy siyasete dönmezse UMP’nin sonraki seçimlerde muhtemelen Cumhurbaşkanı adayı da olacak iki siyasetçiyi yani Copé ve rakibi Fillon’u biraz daha yakından tanıyalım.
1964 doğumlu olan Jean-François Copé, Cezayir kökenli bir anne ile Romen Yahudisi bir babanın üç çocuğunun ilki olarak dünyaya gelmiştir. Paris Siyasal Bilgiler Enstitüsü ve ardından Kamu Yönetimi Yüksekokulu’nu bitiren Copé, 1993-1995 yılları arasında Senato ile ilişkilerden sorumlu Bakan Roger Romani’nin müsteşarlığını yapar. 1995 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Jacques Chirac’ı destekleyen Copé, 1995-1997 yıllarında Guy Drut’nün Bakan olması ile beraber onun yerine 1997 yılına kadar “suppléant (yedek üye)” olarak milletvekilliği görevini sürdürür. Aynı zamanda 1995-2002 yılları arasında Meaux Belediye Başkanı olarak görev yapmıştır. 1998-2001 yılları arasında Jacques Chirac’ın Cumhuriyet İçin Birlik Partisi yani RPR’de önce Ekonomiden sonra Formasyondan Sorumlu Ulusal Sekreterlik görevini yürütür. 2001-2002 yıllarında RPR Genel Sekreter Yardımcısı olur. 2002-2007 yıllarında Jean-Pierre Raffarin ve Dominique de Villepin hükümetlerinde Bakanlık ve Hükümet Sözcülüğü yapar. 2007-2010 arasında UMP Meclis Grubu Başkanlığı yapar ve 2010 yılı itibariyle Halk Hareketi Birliği Genel Sekreterliği görevini yürütmektedir. Seçim kampanyası döneminde Fillon’a göre daha sağcı bir görüntü çizen Copé, ekonomide liberal, siyasette ise milliyetçi-muhafazakâr bir profil sergilemektedir. Özellikle göçmenlerin durumu, Arap ve Afrika kökenli Fransızlar ve İslam’ın toplumsal yaşamdaki yeri konularında Copé’nin Marine Le Pen’e kayan aşırı sağ oylara oynadığı görülmektedir. Jean-François Cope’un bir süre önce, “çikolatalı kruvasanları Müslüman bir çete tarafından elinden alınan küçük bir çocuk tanıdığı”nı söyleyerek Fransa’daki Müslüman kimliğine yönelik yaptığı açıklamalar tepki çekmiştir. Ancak gençliği ve dinamizmi Copé’nin Fillon’la kıyaslandığında öne çıkan artılarıdır.
François Fillon ise 1954 Le Mans doğumlu deneyimli bir liberal siyasetçidir. 1993-1995 yılları arasında Yükseköğretim ve Araştırma Bakanlığı, 1995 yılında kısa bir süreliğine Bilgi ve Teknoloji Bakanlığı, 1995-1997 yıllarında Posta ve Telekomünikasyon Yardımcı Bakanlığı, 2002-2004 yıllarında Çalışma, Dayanışma ve Sosyal İşler Bakanlığı ve 2004-2005 yıllarında Milli Eğitim, Yükseköğretim ve Araştırma Bakanlığı görevlerinde bulunmuş çok deneyimli bir siyasetçi olan Fillon, 17 Mayıs 2007 tarihinde, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy tarafından Fransa Başbakanlığına getirilmiştir. Fillon bu süreçte üç hükümet kurmuştur. İlk hükümeti 17 Mayıs-18 Haziran 2007, ikinci hükümeti 19 Haziran 2007-13 Kasım 2010 tarihlerinde yönetmiş ve üçüncü hükümeti kurmak amacıyla 14 Kasım 2010’da tekrar Başbakanlığa getirilmiştir. Fillon üçüncü hükümeti döneminde Başbakanlık yanında Çevre Bakanlığı görevini de üstlenmiştir. Sosyalist Parti (PS) adayı François Hollande’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine 10 Mayıs 2012 tarihinde üçüncü Fillon hükümeti istifa etmiş ve Fillon UMP Genel Başkanlığı’na hazırlanmaya başlamıştır. Fillon Galli olan eşi nedeniyle Anglophile (İngiliz yanlısı) olarak bilinen bir siyasetçidir ve Copé’ye göre siyasal alanda çok daha liberal bir görüntü çizmektedir. Ancak bu İngiliz sempatisi ve Copé’ye göre çok daha uzun süre aktif siyasette yer alması nedeniyle yıpranmış olması UMP üyeleri nezdinde Fillon’un dezavantajlarıdır.
300.000 UMP üyesinin önemli bir bölümünün katıldığı başa baş geçen seçimlerin ardından gece 12 civarında her iki taraf da zafer ilan ederken, hile söylentileri nedeniyle seçimler gölgelendi. Yine de geceyarısına doğru zaferini ilan eden Copé rakibi Fillon’a seçim sonrası birlikte çalışmayı teklif ederek parti içi birliği sağlamaya yönelik bir adım attı. Bu adıma rağmen UMP içerisindeki rekabet önümüzdeki günlerde partiden kopuşları gündeme getirebilir. Bir diğer ihtimal de seçmen nezdinde hala oldukça popüler olan Nicolas Sarkozy’nin siyasete geri dönmesidir. Partinin ortadan ikiye yarıldığı gibi bir görüntü çizmesi nedeniyle Sarkozy’nin birleştirici liderliği önümüzdeki günlerde kolaylıkla gündeme gelebilir. UMP Genel Başkanı’nın kim olacağı bugün belli olacaktır. Ancak partinin yaşadığı bu sıkıntı en çok iktidara geldikten sonra 6 ay içerisinde ciddi oy kaybına uğrayan Cumhurbaşkanı François Hollande ve partisi PS’ye yaramaktadır.
Dr. Ozan ÖRMECİ


9 Kasım 2012 Cuma

Erdoğan Cumhuriyetçilere, Obama CHP'ye !


Geçtiğimiz günlerde öğrencilerimle birlikte kurduğum Uluslararası Politika Akademisi (UPA) web sitesinde Amerikalı yeni yazarımız Brett Marler'ın geçtiğimiz hafta 2. defa Başkanlığa seçilen Barack Obama'nın çeşitli özellikleri (yıllarca ezilmiş Afrikalı-Amerikalılardan olması, Ortadoğu'da savaştan ziyade barışçıl geçişleri desteklemesi, Türkiye-ABD ilişkilerine büyük önem vermesi, İslamiyet'e saygı duyması vs.) nedeniyle Amerikan Başkanı Türk halkının oylarıyla seçilse Mitt Romney'i daha da farklı mağlup edebileceğini esprili bir dille anlatan makalesini okurken aklımda şimşekler çaktı: Obama Türkiye'de CHP'nin başına geçse, ya da tamtersi Erdoğan iki dönemdir Demokratlara karşı seçimi kaybeden Cumhuriyetçilerin başında olsa daha başarılı olmazlar mıydı?

Başbakan Erdoğan'ın son yıllarda muhtemelen danışmanlarının da etkisiyle yaptığı konu seçimlerine baktığımızda kendisinin ABD'de Cumhuriyetçi Parti için ciddi bir umut olabileceği görülüyor. Erdoğan geçtiğimiz gün yaptığı basın toplantısında idam cezasının Türkiye'de yeterince tartışılmadan ve halk desteği alınmadan kaldırıldığını ve cezaların yetersizliği nedeniyle idamı geri getirmenin ülkede tartışılabileceğini belirtti. Bildiğiniz üzere ABD'de Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki önemli bir tartışma konusu ve fay hattı da idam cezasıdır. Bazı eyaletlerde (örneğin Teksas) idam cezası varlığını sürdürürken, bazı eyaletlerde çoktan kaldırılmıştır. Erdoğan'ın ABD'de Cumhuriyetçilerin savunduğu tezleri Türkiye'de başka konularda da ABD'deki muadillerinden çok daha başarılı bir şekilde savunduğu görülmüştür. Örneğin geçtiğimiz aylarda gündeme gelen kürtaj konusu yine Amerika'da Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında önemli bir ayrışma noktasıdır ve Erdoğan bu meseleyi Uludere'de yaşanan hadise ve sonrasında artan terör olayları döneminde kullanarak gündemi bir anda değiştirmeyi başarmıştır. Erdoğan'ın dini grup ve cemaatlerle yakın ilişkileri de aynı Amerika'da çok eşliliğe izin veren Mormon tarikatı mensubu olması sebebiyle çokça eleştirilen Mitt Romney gibi kendisinin harikulade bir Cumhuriyetçi Parti adayı olabileceği izlenimi doğurmaktadır. Tamtersine bir şekilde Türkiye'de muhalefetin zayıflığı nedeniyle müthiş bir karizma sahibi ve dünyanın dört bir yanından destekçi bulabilen Barack Obama da CHP'nin başına geçse eminim Türkiye'deki muhalefetin iktidar alternatifi haline gelebilmesi daha kolay-mümkün olabilirdi.

Elbette bu fikirler etrafında latife yapıyorum. Ancak acı gerçek şu ki; ABD tüm sorunlarına rağmen oturmuş bir demokrasi iken, Türkiye'de iktidar alternatifsizliği halk ve muhalif kesimler üzerindeki baskıları her gün arttırmakta ve rejimi otoriter rejime doğru yönlendirmektedir. Bu nedenle Türkiye'de güçlü bir muhalefete tarihte hiç olmadığı kadar ihtiyaç vardır. Kıbrıs'tan herkese selamlar...

Dr. Ozan ÖRMECİ



Obama For RPP, Erdoğan For Republicans


Our new contributor in UPA, Brett Marler, on 6 November 2012 wrote an excellent humorous piece[1] about how American President Barack Obama would have won a landslide victory against Mitt Romney if we had had the chance to select the US President with the votes of Turkish people. Let us consider the other side: Would American Republicans, who lost the last two elections against “socialist” (!) Barack Obama, have higher chances if they choose Recep Tayyip Erdoğan as their presidential candidate or would President Obama have a chance against Turkey’s undefeated Islamist-originated conservative politician Erdoğan as the leader of Turkey’s main opposition party, Republican People’s Party (RPP)?

Turkey’s premier Recep Tayyip Erdoğan has been showing a great performance of bringing conservative moral and political issues into his political agenda even at the expense of creating a huge polarization of the country. Erdoğan yesterday talking to the press stated that the abolishment of the death penalty was a controversial issue and we might think of the re-adoption of capital punishment, since European criminal codes allow even psychopaths like Anders Behring Breivik just to have 21 years of imprisonment as punishment.[2] Capital punishment is point of classic division between Republicans and Democrats in the US and Erdoğan seems to perform and use these issues much better than Republican presidential candidates.

Erdoğan, probably thanks to his advisors, is one of the most Americanized leaders in Turkish political history in terms of choosing topics. Erdoğan -even during the highest tensions of PKK terrorism- was successful in making the issue of abortion the primary political discussion in the country in the recent past. Addressing a conference in Istanbul in November, Erdoğan stated that no one should have the right to approve abortions and added, “Whether you kill a baby in its mother’s stomach or you kill a baby after birth, there is no difference”.[3] Erdoğan also noted that “every abortion is like an Uludere”, an interesting reference to the incident in December of last year in which 34 civilians were killed by the Turkish military in an air strike near the Iraqi border in the Kurdish-dominated southeast. Erdoğan’s insistence on morality and his plan (fantasy) of raising “pious generations”[4] in addition to his close relationship between Islamic communities and orders, similar to Mitt Romney, who was looked upon suspiciously for being a Mormon, seem to me to be indicators that he would have been an excellent choice for the Republican Party candidate for the American presidency.

Erdoğan would be an excellent candidate for the Republican Party if he converts to Christianity, but the problem is that the US, despite of all its economic, political and social problems has a stable democracy, whereas in Turkey the situation of the lack of an alternative to Erdoğan makes the system more authoritarian day by day. So, Republicans can transfer Erdoğan from us to their own party, but we want to have Obama for the Republican People’s Party’s leadership position in exchange. It’s a good trade: Obama for RPP, Erdoğan for the Republicans.

Dr. Ozan ÖRMECİ



[1] Marler, Brett, “2014: Obama vs. Erdogan”, Uluslararası Politika Akademisi, http://politikaakademisi.org/?p=3198.
[2] “Erdoğan’dan İdam Sopası”, Gerçek Gündem, http://www.gercekgundem.com/?p=502192.
[3] “Debates intensify over Erdoğan’s controversial remarks”, Today’s Zaman, http://www.todayszaman.com/news-281864-debates-intensify-over-erdogans-controversial-abortion-remarks.html.
[4] “Not state’s job to raise people according to religion”, Today’s Zaman, http://www.todayszaman.com/newsDetail_getNewsById.action?newsId=271162


7 Kasım 2012 Çarşamba

Isparta'da Tanınırlık Araştırması



Isparta’nın yetiştirdiği ünlü siyasetçi ve devlet adamı Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı görev süresinin bitimi ve ilerleyen yaşı nedeniyle siyaset sahnesinden çekilmesi ve Erkan Mumcu gibi son derece ümit vadeden bir ismin henüz çok genç yaşlarında siyasete ara vermesi nedeniyle son yıllarda siyaseten unutulmuş bir konuma itilen Anadolu’nun tarihi ve gözde vilayetlerinden Isparta’da, Süleyman Demirel Üniversitesi sayesinde ses getiren bilimsel/siyasi çalışmalar yapılmaya devam ediyor. Yrd. Doç. Dr. Hakan Mehmet Kiriş’in Niran Özalp ve Ayşen Peker’le birlikte yaptığı “Isparta’da Siyasetçilerin ve Yöneticilerin Tanınırlığı Araştırması” da buna güzel bir örnek.


Tanınırlığın özellikle “cilalı imaj devri” olarak adlandırılan günümüzde yerel siyasette farklı dinamiklerle işlese dahi çok önemli olduğuna dikkat çeken ve bu doğrultuda yapılan araştırmadan ilginç sonuçlar Isparta basınına yansıdı. Bu araştırmaya göre mevcut 4 Isparta milletvekili arasında Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili ve eski vali Ali Haydar Öner % 28,36 oranla en çok tanınan milletvekili olarak ön plana çıkıyor. Ak Partili Recep Özel % 25,95 tanınırlık ile 2. sırada yer alırken, Ak Partili Süreyya Sadi Bilgiç % 25,41 ile 3., MHP’li Süleyman Nevzat Korkmaz % 20,26 ile 4. sırada yer alıyorlar. Aynı ankette milletvekillerinin başarı düzeyi sorulduğunda ise özellikle MİT müsteşarının sorguya çağırılması döneminde kamuoyunda yaptığı açıklamalarla dikkat çeken AKP’li Recep Özel % 34,08, AKP’li Süreyya Sadi Bilgiç % 28,25, MHP’li Süleyman Nevzat Korkmaz % 20,17 ve CHP’li Ali Haydar Öner % 17,4 ile sıralanıyorlar.  Ispartalılar milletvekillerini açık ara farkla % 64,3 oranında basın-yayın organlarından tanıyor ve takip ediyorlar. Isparta Belediye Başkanı Yusuf Ziya Günaydın % 96,3 oranında tanınırken, kendisini başarılı bulanların oranı % 36,3, kısmen başarılı bulanların ise % 40,1 olarak karşımıza çıkmaktadır. Ispartalı siyaset adamları arasında en ünlü kişi olarak % 79,8 oranla Süleyman Demirel ilk sırada yer alırken, kendisini % 20,9 oranla Erkan Mumcu takip etmektedir.  

Bu dikkat çekici araştırmanın sonuçlarına http://www.egirdirhaber.com/haber_detay.asp?haberID=2832 adresinden ulaşabilirsiniz.

Dr. Ozan Örmeci

3 Kasım 2012 Cumartesi

Can Dündar GAÜ'deydi


Benim çocukluk ve ilk gençlik günlerimde “genç gazeteci” olarak Sarı Zeybek başta olmak üzere yaptığı belgeseller ve kitapları-makaleleriyle şöhret kazanan ancak günümüzde artık 50’li yaşlarının başında “deneyimli gazeteci” kabul edilebilecek olan Can Dündar, önceki gün Girne Amerikan Üniversitesi’nde iki saatlik bir söyleşiye katıldı. Dündar’ın Türkiye’deki siyasi gelişmeler ve gazetecilerin durumu hakkındaki söylediklerini önemli olabileceklerini düşünerek burada sizinle paylaşmak istiyorum.

20 dakikalık bir giriş konuşmasının ardından bir buçuk saat boyunca öğrencilerden gelen soruları cevaplandıran Dündar’ın en çok ve ısrarla üzerinde durduğu konu, yazılı ve görsel basının son yıllarda tarihimizde askeri darbe dönemleri dışında hiçbir dönemde olmadığı kadar baskı altında olduğu iddiasıydı. Dündar’a göre Ntv’de son derece başarılı giden programlarının sona erdirilmesinde siyasi baskıların rolü olmuştu ve Milliyet’te şimdilik köşe yazılarına devam etmesine karşın, yakın bir gelecekte burada da sorun çıkabilirdi. Dündar medyada siyasi iktidarı eleştiren sözler söylemenin günümüzde artık neredeyse imkansız hale geldiğini belirtti ve medyanın sanılanın aksine her zaman sistemin önemli bir parçası olduğu için medyadan mucize beklememek gerektiğini; muhalefet hareketlerinin basın sayesinde değil, ancak geçmişte Recep Tayyip Erdoğan örneğinde olduğu gibi basına rağmen toplumsal tabanda örgütlenerek başarıya ulaşabileceklerini ifade etti. Gazetecilik ve televizyonculuk yapması engellendiği için sinema ve yazmaya yöneldiğini belirten Dündar, yakında yeni bir kitabının çıkacağını ve yeni bir filminin gösterime gireceğini söyledi. Daha çok siyasi sorular sorulması nedeniyle bu konularda konuşan Dündar sözü Türkiye’de devam eden açlık grevlerine getirerek, bunun siyasi değil, insancıl bir mesele olduğunu ve Adalet Bakanı’nın Başbakan Erdoğan’ı yalanlayan sözlerinin durumun vehametini gösterdiğini ifade etti. Bir arada barış içerisinde yaşamak isteyen ve son Cumhuriyet kutlamalarında da görüldüğü üzere artık “biber gazı” ortak paydasında buluşan muhalefetin mutlaka asgari müştereklerde anlaşarak ortak bir muhalefet dili yaratması gerektiğini belirten Dündar, aksi takdirde son derece güçlü iktidarı sarsmanın mümkün olmadığını iddia etti. Kapitalizmin derinleşmesi ve yeni dünya düzeni nedeniyle artık televizyonlarda bilgi yarışmalarının yerini arkadaşlarınızı eleyerek yükseldiğiniz Survivor tipi güç ve dayanıklılık yarışmalarının aldığı tespitini yapan Dündar, bu noktada Türkiye halkının en çok televizyon izleyen halklardan biri olarak tvde gördüklerinden etkilendiğini söyledi. Kıbrıs’ın kendisi için her zaman ikinci bir vatan gibi olduğunu söyleyen Dündar, ancak artık “yavru” vatanın kendi ayakları üzerinde durmasına saygı duyulması ve yavruluktan olgunluğa geçişini anlamak gerektiğini belirterek, konuşmasına Necip Fazıl’dan bir dörtlükle son verdi.

Dr. Ozan ÖRMECİ