17 Ağustos 2012 Cuma

Yeni Soğuk Savaş Ortamında Türk Dış Politikasının Denge Gereksinimi


Son yaşanan Suriye krizi artık herkesin kabul edeceği şekilde 21. yüzyıla damgasını vuracak bir rekabeti açığa çıkardı; bir tarafta Soğuk Savaş sonrası küresel liderliğini ilan eden ve tek kutuplu dünyanın başat gücü ve Batı dünyasının amiral gemisi olmaya devam etmek isteyen Amerika Birleşik Devletleri ve yakın müttefiki olan ülkeler, diğer tarafta ise ekonomik büyümelerine paralel olarak dünya siyaset sahnesinde etkilerini hızla arttıran Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu gibi çok kutuplu bir dünya sistemi talebi olan ülkelerden oluşan iki blok bulunuyor. Bu rekabetin Suriye krizi ve İran meselesi başta olmak üzere birçok konuda artarak devam etme riski bulunuyor. Ancak geçmişe kıyasla bu ülkeler arasındaki ideolojik rekabetin daha cılız ve ekonomik ilişkilerin çok daha üst boyutlarda olması bu yeni soğuk savaş koşullarını daha çok dış politika ve diplomasi ile sınırlayacağa benziyor. Fakat Suriye krizinin gösterdiği gibi İran ve benzeri can alıcı bazı konularda meselenin her zaman için askerileşmesi riski de bulunuyor. Bu nedenle Türkiye’nin de yaklaşan yeni düzenin ruhuna uygun bir şekilde kendi bölgesinde yeni bir denge politikası oluşturması gerekiyor. Zira Türkiye son bir yıldır geçiş süreci içerisinde daha çok dışarıdan etkilerle bir o yana, bir bu yana savrulan dağınık bir görüntü çiziyor ve müttefiklerine hatta kendi vatandaşlarına dahi güven telkin etmiyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin 21. yüzyılda oluşturması gereken yeni denge politikasının ana unsurları kanımca şu doğrultuda şekillenmelidir.

1-) Öncelikle Türkiye Cumhuriyeti devleti, kuruluş paradigması ve bugüne kadar getirdiği dış politika geleneğini muhafaza ederek mutlaka ulusal güvenliğini sağlama, terörle mücadele ve Türkiye’nin yakın coğrafyası içerisinde Türk kimliği taşıyanlara yönelik saldırılar haricinde savaş karşıtı bir politika izlemeyi sürdürmelidir. Güçlü bir ordusu olmasına ve askerlik mesleğindeki tarihsel birikimlerine karşın (biz) Türklerin -belki de Batılılaşmanın ve AB ile yakın ilişkilerin kaçınılmaz sonucu olarak- ulusal güvenlik dışında kolay kolay savaşma düşüncesine yakın ve yatkın olmadığı Suriye krizi ile bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bu nedenle yeni düzende Türkiye’yi yeni ve oyun kurucu bir aktör olarak konumlandırırken dahi Türkiye’nin ancak ulusal güvenliğine, terörle mücadelesine ya da geçmişte Kıbrıs’ta olduğu gibi yakın coğraftasında Türk kimliğine ve Türk kimliği taşıyanlara yönelik saldırılar halinde Türkiye kamuoyunda savaşı meşrulaştıracak bir ortamın oluşacağını bilmek zorundayız.

2-) Türkiye’nin coğrafyası tamamen gözardı edilerek izlenecek dış politika kaçınılmaz olarak başarısız olacaktır. Türkiye bir NATO üyesi ve Batı müttefikidir. Ancak Türkiye jeopolitik konumu itibariyle hem Batılı, hem Doğulu, hem Avrupalı, hem Asyalıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin İran başta olmak üzere birçok konuda üyesi olduğu Batı ittifakıyla yüzde yüz aynı doğrultuda hareket etmesi imkansızdır. Bu noktada Türkiye’nin avantajı her iki tarafla da konuşma yetisine sahip bir ülke olarak anlaşmazlıkların diplomatik yollarla çözümünde anahtar rol oynayarak kendi önemini arttırabilecek olmasıdır. Ancak bu da çok başarılı ve güven veren bir diplomatik geleneğe sahip olmayı zorunlu kılar. Son yıllarda Türk dış politikasındaki müthiş hareketlilik umut vericidir. Ancak bu hareketliliğe karşın Türkiye bazı yanlış politikalarının sonucu olarak birçok konuda arabulucu rolünü kaybetmektedir. Örneğin Türkiye eğer 1 sene içerisinde çok acil bir diplomatik çözüm bulunamazsa savaşa dönüşmesi muhtemel İran-İsrail gerginliğinde her iki tarafla da ilişkilerini bozduğu için arabulucu konumunu kaybetmiştir. Orta Doğu’da daha fazla popülarite adına İsrail’le ilişkileri bozan, iktidarını korumak adına füze kalkanına evet diyerek İran’la da ilişkileri geren Türk dış politikası, böylelikle yalnızca Türkiye’nin güvenliği için değil, dünya barışı için de önemli bir risk ortamının yaratılmasına katkıda bulunmuştur. Yine Suriye olaylarında Türkiye’nin ilkeli olmak adına “taraf” seçmesi, Türkiye’nin arabulucu konumunu kaybetmesine neden olmuş ve Suriye’de bugün ne yazık ki bir içsavaş ortamı oluşmuştur. Türkiye coğrafyasının gereği olarak İran, Rusya, Irak, Suriye gibi ülkelerle ilişkilerinde Avrupa ülkeleri ya da ABD gibi rahat hareket edemez. Bu komşu ve yakın ülkelerdeki sorunlar ve olası savaşlar, Türkiye’nin iç siyasetine de kolaylıkla etki etmektedir.

3-) Türkiye’nin son dönemde izlediği hatalı politikaların da etkisiyle Türkiye kaçınılmaz bir seçim yapmak ikilemine düşerse Türkiye’nin tercihi doğal olarak üyesi olduğu ve devlet organlarının da entegre yapılandığı Batı ittifakından yana olacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin komşuları ve çok kutuplu dünya talebindeki aktörlerin de Türkiye’yi böylesi ikilem durumlarında bırakmamak adına daha sağduyulu hareket etmeleri gerekmektedir. Zira Türkiye’yi geçmişte olduğu gibi katı bir NATO kanat ülkesi haline getirmek en çok bu ülkeler adına riskli olacaktır. Türkiye böylesi bir seçim yapsa dahi her zaman için savaşın soğuk şekilde devam etmesi için gayret etmeli, mümkün olduğunca ulusal güvenliğine ve ekonomik gelişimine odaklanmalıdır. Türkiye Soğuk Savaş dönemindeki hatalardan dersler çıkararak mümkün olduğunca kendini önceleyen ve sorunların diplomatik çözümüne destek veren bir ülke olmalıdır.

4-) Türkiye’nin gücünü koruyabilmesi adına ekonomik büyümesini sürdürmesi gerekmektedir. Türkiye’nin yakın coğrafyasındaki ülkelerin yaşadığı istikrarsızlık nedeniyle ekonomik kayıpları olmaktadır. Bu nedenle Türkiye ekonomisini farklı coğrafyalara doğru büyütmelidir. Günümüzde iletişim ve ulaşım imkanlarının çok gelişmesi neticesinde komşuluk ve yakınlık eskisi gibi mutlak öneme sahip değildir. Türkiye deniz ve hava taşımacılığı vasıtasıyla daha uzak coğrafyalarla da çok yakın ilişkiler kurabilme yetisine sahiptir. Kuzey ve Güney Amerika ülkeleriyle daha yakın ekonomik ilişkiler, yine Türki devletlerin yer aldığı Kafkasya ve Orta Asya’da ve genel olarak Asya’da daha etkin bir dış politika Türkiye’nin yakın coğrafyasındaki ülkelerle olan ticaretinde kayıplar olsa dahi bunları kompanse edecektir. Günümüzün teknolojik ortamında bir ülkenin ekonomik sınırları hayalleri ölçüsünde geniştir. Bunu Türkiye’nin acilen fark etmesi gerekmektedir.

5-) Türkiye güçlü dış politika için iç istikrarını sağlamalıdır. Bunun yolu idari yapılanmayı değiştirmekten çok, siyasette ortak bir dilin yaratılmasıyla mümkündür. Türkiye’de siyaset son yıllarda laiklik-din, Kürt-Türk, Alevi-Sünni ekseninde neredeyse Carl Schmitt’in geçmişte belirttiği ölçüde bir ölüm-kalım savaşı halini almaya başlamıştır. Bunun temel nedeni ülkeyi geren ve herkesi kucaklamayan kötü yönetimler ve yine başka başarı şansı olmadığı için sürekli ortamı germeye çalışan etkisiz muhalefettir. Türkiye artık iç siyasetteki rekabet dozajını azaltmalı ve farklı plan-programları ve öncelikleri olan siyasal partilerin rekabet ettiği daha istikrarlı bir iç siyaset yapısına kavuşmalıdır. Esas demokrasi budur, Türkiye’nin şu an yaşadığı ise bir cangıl demokrasisidir. Bunun temel ayaklarından birisi de artık çok sıkıcı ve kutuplaştırıcı bir hale gelen, devam etmekte olan bazı davaların kamuoyunu ikna edici bir şekilde gerçek suçluları cezalandıran, masumları ise kurtaran bir biçimde sonlandırılmasından geçmektedir. Ayrıca Türkiye Atatürk birleştirici simgelerini yıpratmamalı, bunun yanına yeni birleştirici unsurlar eklemelidir.

6-) Türkiye iç ve dış siyasette kendi dengesini oluşturmak ve anlaşılabilir bir aktör haline gelmek için kırmızı çizgilerini yeniden tesis etmelidir. Türkiye’nin son yıllarda önceki kırmızı çizgilerinden vazgeçip vazgeçmediği bilinmemektedir. Her iki ihtimalde de Türkiye’nin kırmızı çizgileri yeniden deklare edilmeli ve vatandaşlar da bu bilince erişmelidir.

7-) Türkiye her koşula uygun olarak askeri teknolojik gelişimine ve istihbarat ağına daha fazla önem vermelidir. Artık daha fazla sayıda asker yerine, daha yüksek teknolojili cihazlar tercih edilmeli, Türkiye’nin istihbarat ağı dış politikada önceden pozisyon alınabilecek bir doğrultuda yeniden yapılandırılmalıdır.

8-) Türkiye PKK terörizmi ve Kürt sorunu konusunda bir statüko oluşturmalıdır. Bu statüko yalnızca iç dengelere değil, Suriye, Irak, İran’da da yaşamakta olan Kürtlerin durumuna uygun şekilde yapılmalıdır. Türkiye kendi kamuoyunun kabul etmesi imkansız bazı uçuk projeleri dışarıdan gelen baskılarla hayata geçirmeye kalkmamalıdır. Bunun yolu da kendi iktidarını korumak adına dışarıda büyük sözler vermemekten geçer.

9-) Türkiye bir vizyon sorunu yaşamaktadır. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği hedefinin zora girmesi iş dünyası ve seküler çevrelerde bir varoluş krizine neden olmuştur. Türkiye’nin AB üyeliği hedefini engelleyen unsurlar aşılmaya çalışılmalı, bu yapılamıyorsa dış politikada yeni bir vizyon belirlenmelidir.

10-) Türkiye dost ve müttefik ülke olarak gördüğü ABD ile ilişkilerini daha şeffaf bir zemine taşımalıdır. Türkiye kamuoyunda tepki gören birçok politikanın ABD zoruyla yapıldığı/yaptırıldığı ima edilerek hükümetler kendilerini güvenceye almakta ve topu ABD’ye atmaktadırlar. Bu durumun gerçekliği şüphelidir. Bunu önlemenin yolu da ilişkileri ve diplomasiyi daha şeffaf bir zemine taşımaktan geçer. Son Wikileaks olayları da göstermiştir ki günümüz dünyasında gizlilik geri tepmektedir. Bu nedenle açık ve şeffaf diplomasi başta ABD ile ilişkilerimiz olmak üzere her alanda Türkiye’nin düsturu olmalıdır.


Dr. Ozan Örmeci

Hiç yorum yok: