26 Şubat 2011 Cumartesi

Muhteşem Süleyman



Son haftalarda “Muhteşem Yüzyıl” dizisi ve bu dizi etrafında yürütülen tartışmalar nedeniyle oldukça popüler hale gelen Kanuni Sultan Süleyman dönemi ve Hürrem Sultan’la Kanuni Sultan Süleyman aşkı çeşitli kitaplara da konu oluyor. Bu yönde en dikkat çeken çalışmalardan birisi, “Tarihin Arka Odası” adlı tartışma programından tanıdığımız Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Erhan Afyoncu tarafından yazılan “Muhteşem Süleyman” adlı kitaptır. Aslında son derece ciddi bir tarihçi olan Afyoncu’nun, ortalama okura hitap etmesi için kaleme aldığı bu kitabında daha basit ve akademik olmayan bir dili tercih ettiği ve dipnotsuz rahat okunur bir eser yaratmaya çalıştığı kolaylıkla fark edilecektir. Bu yazıda Afyoncu’nun kitabında yer verdiği Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan başta olmak üzere o döneme damgasını vuran kişiler ve olaylar hakkında bazı temel bilgileri özetleyeceğim.

Kanuni Sultan Süleyman 6 Kasım 1494’te Trabzon’da doğmuştur. Yavuz Sultan Selim’in oğlu olan Kanuni, bir rivayete göre ismini doğduğu zaman Kuran’da açılan bir sayfada geçen Hz. Süleyman’dan almıştır. Batılı tarihçilerin daha çok “Büyük Türk” ve “Muhteşem Süleyman” olarak tanıdıkları Sultan Süleyman, ülkemizde ise daha çok Kanuni Sultan Süleyman olarak bilinmektedir. Sultan Süleyman çocukluk yıllarını sütkardeşi Yahya Efendi ile birlikte Trabzon’da geçirmiş, burada eğitim alırken, bir yandan da Konstantin adında bir Rum’dan kuyumculuk öğrenmiştir. Sultan Süleyman 15 yaşında deneyim kazanması için Kefe’ye sancakbeyi olarak atandı. Babası Yavuz Sultan Selim tahta çıkınca İstanbul’a çağrılan Kanuni, 1513’te Manisa Valiliği’ne atandı ve tahta çıkana kadar burada kaldı. Yalnızca babasının İran ve Mısır seferleri sırasında ona vekâlet etmek için bir süreler Edirne’de bulundu. Yavuz Sultan Selim’in ölümünden sonra tek erkek çocuk olarak kalmış (diğer dört şehzade vefat etmiştir) Kanuni Sultan Süleyman tahta 30 Eylül 1520 tarihinde sorunsuz olarak çıktı. Kanunu başa geçtiğinde Osmanlı İmparatorluğu arazi, nüfus ve bütçe açısından Avrupa’daki devletlerden daha büyüktü. Örneğin, 1525-1526 yılı Osmanlı bütçesinde devletin gelirleri 9,5 milyon duka altınıydı. Ayrıca Yavuz Sultan Selim, Kanuni’ye nispeten güvenli bir ortamda devleti teslim etmişti. Doğuda Safevi tehlikesi ortadan kaldırılmış, Hint ticaret yolu Mısır ve Suriye alınarak Osmanlı denetimi altına sokulmuştu. Böylelikle Kanunu doğu güvende olduğu için yüzünü rahatlıkla Batı’ya dönebilirdi.

Sultan Süleyman tahta çıkar çıkmaz ileride kendisine Kanuni lakabının verilmesine neden olacak adil uygulamalar yapmaya başladı. Örneğin babasının sertliğinden mağdur olmuş kişilerin durumlarını düzeltti. Sultan Selim’in Tebriz ve Kahire’den zorla getirttiği sanatkârların ülkelerine dönmesine izin verdi. İran’la Osmanlı arasındaki ipek ticareti yasağını kaldırdı. Mallarına el konulmuş tüccarların zararlarını devlet hazinesinden karşıladı. Abbasi Halifesi Mütevekkil Alellah’ın Mısır’a dönmesine izin verdi. Halka zulmettiği tespit edilen görevlilere sert cezalar verdi. Kaptan-ı derya Cafer Bey hakkında yapılan zorbalık soruşturması, onun idamı ile sonuçlandı. Prizren sancakbeyi bölgesindeki reayayı köle olarak sattığı için katledildi. Kanuni’nin tahta çıkışından sonra ilk uğraştığı mesele Mısır’da patlak veren Memlük emirlerinden Şam Valisi Canbirdi Gazali isyanıdır. İsyan kısa sürede bastırıldı ve Canbirdi Gazali öldürüldü. Sultan Süleyman, ilk seferini Fatih döneminde alınamamış iki nokta hedef olan Belgrad ve Rodos’a yaptı. Belgrad seferine çıkmadan önce Ferhad Paşa’ya doğu ve güney hudutlarını sağlama alması tembih edildi ve İran’dan gelebilecek bir saldırı için önlem alındı. Belgrad çok uzun olmayan bir sürede Osmanlı tarafından fethedildi ancak Kanuni dönüş yolunda oğulları Şehzade Murad ve Şehzade Mahmud’un öldüğü haberlerini aldı. Hayatta kalan tek oğlu ise Manisa’da hasekisi olan Çerkes kızı Mahidevran’dan olan oğlu Şehzade Mustafa’ydı. Belgrad’dan sonra yeni hedef Rodos’tu. Divan’daki üyelerin çoğu buna sıcak bakmamasına karşın Piri Paşa’nın bastırmasıyla sefere çıkıldı. Ancak Rodos aylar geçmesine rağmen bir türlü alınamıyordu. Sonuçta Rodos’ta kışlanmasına ve Ferhad Paşa’nın da buraya gelmesine karar verildi. 26 Aralık 1522’de Rodos şövalyelerinin adadan gitmeleri karşılığında ada teslim alındı. Kiliseler camiye çevrildi, Cem Sultan’ın oğlu Murad ile torunu Cem bulunup öldürüldü. Kanuni ancak 1523 Şubat’ında İstanbul’a geri dönebildi. Bu tarihten sonra Osmanlı yüzünü iyice Avrupa’ya döndü. İstanbul’a dönüşünde Kanuni, daha önce alışılmadık bir uygulamaya imza atarak, Piri Paşa’nın yerine vezir-i azamlığa çocukluğundan beri tanıdığı hasodabaşısı devşirme Pargalı İbrahim Paşa’yı atadı.

Pargalı ya da Makbul İbrahim Paşa 1494’te Yunanistan’ın Parga şehrinde doğmuş, bir balıkçının oğluydu. Çocukken korsanlar tarafından kaçırılmış ve dul bir kadına satılmıştı. Kadın İbrahim’in iyi bir eğitim almasını sağladı ve özellikle yetenekli olduğu müzik alanında onun yeteneklerini geliştirmesini sağladı. Kanuni’nin Pargalı ile tanışması Manisa’da sancakbeyi olarak görev yaptığı dönemde tesadüfen oldu. Zamanla ikili arasında bir dostluk oluştu ve Süleyman İbrahim’i saraya aldırdı. İbrahim'in yükselişi zekâsı ve Sultan Süleyman’a yakınlığı sayesinde başladı. Rumca, Farsça ve İtalyanca bilen İbrahim, Roma’ya direnen Anibal’ın ve Büyük İskender’in hikâyelerini okumaktan hoşlanıyordu. Avrupa’daki siyasi gelişmeleri yakından takip ediyor ve her şeyi Sultan Süleyman’a bildiriyordu. Sultan Süleyman da bu sadık kuluna her zaman güvendi ve onun adına Sultanahmet’te İbrahim Paşa Sarayı’nı yaptırdı. İbrahim Ağa kısa sürede hasodabaşı ve şahinciler ağası oldu. Rodos seferi dönüşü İbrahim Paşa, Ahmed Paşa’nın entrikalarıyla görevden alınan Piri Paşa’nın yerine daha önce benzeri görülmemiş bir şekilde ve teamüllere aykırı olarak vezir-i azamlığa getirildi. Bunun yanında Rumeli Beylerbeyliği de İbrahim Paşa’ya verildi. İbrahim 1523 yılında Sultan’ın dul kalmış kız kardeşi Hatice Sultan’la da evlendi. 15 gün süren muhteşem düğünde Padişah Sultan Süleyman da hazır bulundu. Bu dönemde Ahmed Paşa vezir-i azam olamayınca Mısır’da isyan edip kendi devletini kurmaya kalktı. Hain Ahmed Paşa adını alan Ahmed Paşa kısa sürede Kahire’de bulunan yeniçeriler tarafından öldürüldü. İbrahim Paşa Mısır’a gönderildi ve 3 ay içerisinde düzeni yeniden tesis etti. Böylece şöhret de kazanmış oldu. 1525’de İstanbul’da yeniçeriler isyan edip, şehrin büyük kısmını yağmaladılar. Aslında İbrahim Paşa’nın Mısır’da bulunmasından istifade eden muhalifleri bu isyanı kışkırtmışlardı. Sultan Süleyman konu hakkında geniş bir soruşturma yaptırdı ve askerleri tahrik ettiği anlaşılan Yeniçeri Ağası Mustafa Ağa’yı derhal idam ettirdi. Mustafa Paşa kethüdası Bâli ile Reisülküttap Haydar da olaya karıştıkları için idam edildi. İbrahim Paşa müziğin dışında şiiri, edebiyatı, tarihi ve coğrafyayı da çok severdi. Sanatı ve sanatkârları koruduğu için sevilirdi. Mohaç’tan getirilen üç önemli heykeli sarayının bahçesine koydurtmuştu. Halkın büyük ilgi gösterdiği ve görmeye geldiği bu heykeller, bazı çevrelerde ise tepki yarattı. Heykel sanatını put dikmek olarak gören bu çevreler İbrahim Paşa’ya saldırmak için uygun anı bekliyorlardı. Ayrıca İbrahim Paşa’nın Hürrem Sultan’la arası hiç iyi değildi ve şehzade Mustafa’yı tutuyordu. Bu nedenle Hürrem Sultan da sarayda onun aleyhine çalışmaya başlamıştı.

Kanuni döneminin bir diğer ilginç olayı Fransızların Kutsal Roma-Cermen İmparatoru Şarlken karşısında Osmanlı’dan yardım istemesiydi. Fransa’nın yardım isteyen mektubunu getiren elçi Almanlar’ı doğudan sıkıştırması için Kanuni’yi Macaristan üzerine bir sefer yapması için teşvik etmekle de görevlendirilmişti. Osmanlılar Macaristan’ı fethedebilirse Fransa üzerindeki Habsburg baskısı azalacaktı. Macaristan Kralı İkinci Layoş, Kutsal Roma-Cermen İmparatoru Şarlken ile Avusturya Kralı Ferdinand’ın kızkardeşleri Anna ile evliydi. Osmanlı yönetimi bu gelişmelerle birlikte Macaristan seferini gündeme aldı. Bu arada Şarlken Fransızlarla anlaşarak esir alınan Fransız Kralı Birinci Fransuva’yı serbest bıraktı. Ancak Osmanlı seferden vazgeçmedi. Kanuni bu seferle Şarlken’e mesaj vermek istiyordu. Şarlken’e karşı İngiltere, Fransa, Papalık, Venedik ve Milano arasında bir ittifak kurulmuştu. Macar Kralı Layoş, bu yüzden Habsburglardan Osmanlı tehdidine karşı aradığı desteği bulamadı. Macar Kralı Osmanlı ordusunu 29 Ağustos 1526’da Mohaç’ta karşıladı. Hilal taktiğinin uygulandığı bu savaş yalnızca iki saat sürdü ve Layoş da dâhil Macar ileri gelenleri öldürüldü. Bu savaşla Macar Krallığı tarihten kalktı. Ancak Osmanlı’nın hemen topraklarına katmak istemediği Macaristan’da Osmanlı ile Habsburglar arasında 150 yıla yakın süren bir çekişme başladı. Bu sefer yapılırken Kalender Şah Safevilerin desteğiyle Anadolu’da büyük bir isyan başlatmıştı. İsyanın bastırılamaması ve 30 bin kişinin desteğini alması nedeniyle Makbul ya da Pargalı İbrahim Paşa 3 bin yeniçeri ve 2 bin kapıkulu sipahisiyle Elbistan’a giderek Kalender Şah’ı yok etti. Ayrıca Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’den üstün olduğunu iddia eden ve kazaskerleri ilmi tartışmada mağlup eden Molla Kabız, İbrahim Paşa tarafından serbest bırakılacakken Kanuni tarafından hapse atıldı. Bunun üzerine Şeyhülislam çağrıldı ve Kabız’a ilmi cevap verildi. Yine de sözlerinde ısrar edince Molla Kabız idam ettirildi. O dönemde Osmanlı Avrupa’daki Protestanlık hareketini de yakından takip ediyordu. Osmanlı Protestan ve Kalvinistleri her fırsatta destekledi. Kanuni bu yolla Avrupa’nın birlik sağlamasını engellemek istiyor, onları birbirlerine karşı kışkırtıyordu. Bu dönemde Avrupa’da tehdit altında yaşayan Protestanların bir bölümü Osmanlı’ya sığındılar ve Erdel (Transilvanya) ve Budin bölgelerinde Osmanlı hâkimiyetinde yaşamaya başladılar. Osmanlı’nın Mohaç zaferi sonrası atadığı Yanoş Zapolya’yı tanımayan Avusturya Kralı Ferdinand 1527’de Macaristan’ı işgal edince, 1529’da yeni bir sefere çıkıldı. Budin kısa sürede alındı ve Zapolya tekrar tahta çıkarıldı. Kanuni yeni hedefi olarak Viyana’yı belirledi. Çok soğuk ve olumsuz hava koşullarından gerçekleştirilen Viyana Kuşatması 17 gün sürmüş ve başarıya ulaşamamıştır. Avusturya Kralı Ferdinand’ın 1531’de Budin’i kuşatması üzerine yeniden sefer çıkıldı ve bu defa Şarlken hedef seçildi. Alaman Seferi olarak bilinen bu harekâtta Viyana yakınlarındaki Güns Kalesi kuşatıldı ve Şarlken’in gelmesi beklendi. Ancak ne Şarlken, ne de Ferdinand Osmanlı’nın karşısına çıkamadı. Osmanlı Avrupalılar için artık büyük bir korku nesnesi ve üzerine çok yazıp çizilen bir konuydu.

Kanuni döneminde Osmanlı yüzünü daha çok Batı’ya dönmüştü. Bu nedenle doğuya İran tarafına fazla sefer yapılmadı. Ancak bu hiçbir harekât olmadığı anlamına gelmiyordu. İlk olarak 1533’te İbrahim Paşa Tebriz’i fethetti. Ancak altyapı olmadığı için işler kötüye gidince Sultan Süleyman’ı destek için çağırdı. Sultan Süleyman’ın gelişiyle Bağdat’a girildi. Kanuni, İmam-ı Azam’ın yok edilen türbesini buldurup, yeniden yaptırttı. Ayrıca Abdülkadir-i Geylani’nin mezarı üzerine de bir türbe inşa ettirdi. Irakeyn Seferi adı verilen bu harekâtta başta Bağdat olmak üzere Kuzey ve Orta Irak fethedilmişti. 1538’de Basra hâkiminin Osmanlı’ya tabi olmasıyla bölgedeki Türk hâkimiyeti genişledi. Fakat bir süre sonra Tebriz yeniden Safevilerin eline geçti. Irakeyn Seferi’nde İbrahim Paşa’nın asıl amacının İran’ı Osmanlı’ya tabi bir devlet haline getirmek ve başına da kendisinin geçmek olduğu iddia edilir. Ayrıca bu seferde İbrahim Paşa daha önce olmadığı şekilde “serasker sultan” ünvanını kullanmıştı. Buna ek olarak sefer sırasında dönemin en önemli isimlerinden ve büyük nüfuz sahibi olan Defterdar İskender Çelebi’yi önce azlettirip, sonra da katlettirdi. Bunlar Sultan Süleyman’ın İbrahim Paşa’ya olan bakışının değişmesine yol açtı. İbrahim Paşa artık kendisini Padişah’a yakın bir yetkide görüyor, bunu konuşmalarına da yansıtıyordu. Ayrıca Hürrem Sultan da sarayda İbrahim Paşa’nın altını oymaya başlamıştı. Bunların sonucunda başta karısı Hatice Sultan’a kötü davrandığı olmak üzere hakkında birçok dedikodu çıkan İbrahim Paşa, 14 Mart 1536’da iftar için saraya çağrıldı ve burada dört dilsiz cellât tarafından katledildi. Daha önce Makbul İbrahim Paşa olarak anılan Pargalı İbrahim, bundan sonra Maktul İbrahim Paşa olarak anılacaktı. İbrahim Paşa’nın yerine Ayas Mehmed Paşa geçti. Bu yıllarda karada Osmanlı’nın karşısına çıkamayan İspanya denizde Andrea Doria komutasındaki donanmasıyla Osmanlı’ya saldırıyordu. Bunun üzerine Kanuni, daha önce denizde önemli zaferlere imza atmış Hızır Reis’i çağırttı ve ona Barbaros Hayrettin Paşa adını vererek onu kaptan-ı deryalığa getirdi. Barbaros Hayrettin Paşa 1534’te yeniden Akdeniz’e açıldı ve İtalya kıyılarını yağmalayıp Tunus’u ele geçirdi. Ancak Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanması karşısında Tunus’u bırakmak zorunda kaldı ve ertesi yıl İstanbul’a döndü. 1536’da daha güçlü bir donanmayla yeniden Akdeniz’e açılan Barbaros, İtalya kıyılarını vurdu ve Ege Denizi’ndeki Venedik adalarını Osmanlı topraklarına kattı. Osmanlıların Akdeniz’deki denetiminin artması üzerine, Papalık, Venedik, Ceneviz, Malta, İspanya ve Portekiz gemilerinden oluşan bir Haçlı donanması kuruldu ve başına Andrea Doria getirildi. Osmanlı donanması ile Haçlı donanması 1538’de Preveze Körfezi önlerinde karşılaştı. Barbaros Hayrettin Paşa, tarihe Preveze Deniz Savaşı olarak geçen buradaki savaşta Haçlı donanmasını ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu zafer Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’deki egemenliğini pekiştirdi. Bu dönemde ayrıca Boğdan voyvodası Petru Rareş’in vergi vermemesi üzerine bir Boğdan Seferi de düzenlendi. 1536’da Mısır Beylerbeyliği’ne atanan Hadım Süleyman Paşa da bu yıllarda Hint Seferi’ne çıktı. Ancak sefer başarılı olamadı. 1540’larda Budin tarafında yeniden sorun yaşanınca Kanuni ve ordusu sefere çıktı ve başta Estergon Kalesi olmak üzere birçok bölgeyi fethetti. 1550’lerin başında Turgut Reis’in de katkılarıyla Trablusgarp fethedildi.

Kanuni dönemi askeri başarıların yanında saray içi entrikaların da yoğun bir şekilde yaşandığı bir dönem olmuştur. Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi buna örnektir. Küçük yaşta özel bir eğitim gören ve iyi bir savaşçı olduğu söylenen şehzade Mustafa Yeniçeriler tarafından da çok seviliyordu. Ancak ileride kendi oğlunun Sultan olmasını isteyen Hürrem bu durumdan çok rahatsızdı. Hürrem, İbrahim Paşa’yı bertaraf ettikten sonra şehzade Mustafa’yı hedefine oturtmuştu. Hürrem Sultan bu arada kızı Mihrimah Sultan’ı evlendirdiği Rüstem Paşa’yı ikbal merdivenlerinden çıkararak, şehzade Mustafa’ya karşı önemli bir müttefik buldu. Hürrem kendi oğlu Selim’in Padişah olması için Rüstem Paşa ile birlikte şehzade Mustafa’yı yıpratmak için çalışmalara başladı. Mahidevran Sultan da bu dönemde oğlunu korumak için çabalıyordu. Şehzade Mustafa’nın gizlice mührünü kazıtan Rüstem Paşa, onun ağzıyla İran Şahı Tahmasb’a bir mektup yazdı. Mektupta şehzade Mustafa’nın ağzından Sultan olursa kendisiyle dostluk kurmak ve kızıyla evlenmek istediği ifade ediliyordu. İran Şahı Tahmasb’ın şehzade Mustafa’ya yazdığını sandığı cevap mektubunu da ele geçiren Rüstem Paşa’nın artık elinde önemli bir koz vardı. Halkın ve yeniçerilerin şehzade Mustafa’ya olan büyük ilgisini fark eden Rüstem Paşa, Sultan Süleyman’a şehzadenin kendisi ölmeden onun yerine geçmeyi planladığını anlattı ve mektupları kanıt olarak gösterdi. Bu durum yaşlı Süleyman’ı derinden yaraladı. Sonraki seferde Mustafa’yı otağda “Ah köpek! Sende hala beni selamlayacak cesaret var mı” diyerek karşılayan Sultan Süleyman onun katlini emretti. Bu duruma tanıklık eden ve sağlık sorunları olan şehzade Cihangir de kısa sürede üzüntüden vefat edecekti. Şehzade Mustafa’nın katledilmesiyle alakalı olarak, Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa’nın entrikalarının etkili olduğu ve Mustafa’nın aslında babasına karşı bir örgütlenmeye gitmediği genel olarak kabul edilir. Zaten bu ölüm orduda ve halkta çok büyük hoşnutsuzluk yaratacak, onun hakkında birçok mersiye yazılacaktır. Mahidevran Sultan, oğlu öldürüldükten sonra Bursa’ya gönderildi ve oğlunun acısını çekerken hazineden yardım yapılmadığı için evinin kirasını bile ödeyemez hale geldi. Hürrem Sultan’ın ölümünden sonra Kanuni’ye başvurdu ve durumu düzeltildi. 1581’de Bursa’da ölünce şehzade Mustafa’nın türbesine defnedildi.

Şehzade Mustafa’nın katline rağmen Osmanlı ordusu seferlerine aralıksız devam etti. Nitekim 1554’te Karabağ’a girildi ve daha sonra Revan ve Nahcivan alındı. İran’la Amasya Antlaşması imzalandı ve bir süreliğine barış yapıldı. Şehzade Mustafa’nın öldürülmesinden sonra tepkiler nedeniyle vezir-i azamlıktan alınan Rüstem Paşa, yine de Padişahın damadı olarak güçlü bir konumdaydı. Hürrem’in çabalarıyla onun yerine atanmış olan Kara Ahmed Paşa öldürülünce, 1555’te Rüstem Paşa yeniden vezir-i azam oldu. Rüstem Paşa bu ikinci döneminde kendisini hiç sevmeyen Yeniçerilere karşı büyük mücadele verdi. Rüstem Paşa 1561’de ölene dek sadrazam olarak görev yapmaya devam etti. Rüstem Paşa sarayda güç mücadelelerine karışmasına rağmen başarılı bir devlet adamıydı. Özellikle yabancı devletlere karşı olan sertliği nedeniyle kendisi yabancılar tarafından verilmiş “Korkunç Yaratık” ve “Gaddar” gibi sıfatlarla anılıyordu. Rüstem Paşa aldığı önlemler ve tasarruf politikasıyla devlet maliyesine büyük gelirler sağlamıştı.

Dönemin bir diğer etkili ismi olan Hürrem Sultan ise Ukrayna topraklarından esir alınıp getirilmiş bir papazın kızıydı. Asıl ismi Anastasia (Alexandria) Lisowska olan Hürrem’e ismi güler yüzlülüğü nedeniyle Padişah tarafından verilmişti. Hürrem kısa sürede aklı ve cazibesiyle Kanuni’nin gözdesi haline geldi. Padişahın ilk eşi ve büyük oğlu Mustafa’nın annesi Mahidevran’ı devre dışı bıraktı. Kanuni, Padişahların cariyelerle nikâh yapmamak geleneğini yıkarak Hürrem’le nikâhlandı. Kanuni zaman içerisinde Hürrem’e öylesine âşık olmuş ve etkisine girmişti ki, o dönemde Hürrem’in Sultan’a büyü yaptırdığı rivayet ediliyordu. Hürrem Sultan Kanuni’ye yazdığı mektuplarda “Saadetim yıldızı sultanım, benim sultanım, iki gözümün nuru sermayesi” gibi güzel sözler kullanıyordu. Kanuni ise Hürrem’e “Benim İstanbul’um, benim Karaman’ın, benim Bağdat’ım, benim Horasan’ım” şeklinde hitap ediyordu. Kanuni ve Hürrem sık sık mektuplaşıyor, Kanuni gittiği yerlerden ona mücevher, kumaş, kürk gibi pahalı hediyeler gönderiyordu. Hürrem, Kanuni’nin kendisine olan derin aşkından da faydalanarak devlet işlerine fazlasıyla karıştı. Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi nedeniyle halk ondan nefret etti. Hürrem, Kanuni 1558’de Edirne’ye gittiği zaman rahatsızlandı ve tüm müdahalelere rağmen vefat etti. Süleymaniye Camii yanındaki türbesine defnedildi. Kanuni hayatının geri kalanını Hürrem’in acısıyla geçirdi.

Kitapta bu ve benzeri konularda çok detaylı bilgilere, Kanuni Sultan Süleyman ile Hürrem Sultan’ın birbirlerine yazdıkları mektuplar başta olmak üzere birçok ilginç tarihi belgeye yer veriliyor. Osmanlı tarihine karşı 1960’lar ve 1970’lerde olduğu gibi yeniden büyük bir ilginin gözlemlendiği bugünlerde, Afyoncu’nun kitabı tarih bilgisi üst düzeyde olmayan sıradan okurların da rahatlıkla okuyabileceği eğlenceli bir kitap olarak dikkat çekiyor.

Ozan Örmeci

Hiç yorum yok: