25 Kasım 2010 Perşembe

Siyasal İslam (RP-AKP Karşılaştırması)



Siyasal İslam’ın ülkemizde sahneye çıkışı sanıyorum Demokrat Parti’ye hatta Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka’ya kadar dayandırılabilir. Siyasal İslam, Kemalizm’in ilerici düşüncesinin sosyal tabana çeşitli nedenle tam olarak yayılamamasına bağlı olarak, özellikle çok partili rejime geçilmesinden sonra etkili olabilmiştir. Merkez (Kemalist devlet) - çevre (halk) arasında gelişen bu uzaklığı doldurmak amacıyla oportünist bir şekilde ortaya çıkan merkez sağ demokrasisi ve Siyasal İslam, kendilerini Kemalizm karşıtlığı üzerinden tanımlamayı uygun bulmuşlardır. Bu nedenle Kemalizm’in büyük önem verdiği laiklik, ulusal birlik, devletçilik gibi temellerin bu akımlarda hedef olarak seçildiğini görüyoruz. Bu konuda merkez sağ partiler daha oportünist bir tavır gösterip bunu büyük ölçüde söylem konusu yapmış ve radikal bir değişiklik hedeflememişken, Siyasal İslam geleneği bu karşıtlıklar üzerinden kendisine yeni bir söylem belirlemiş ve daha devrimci ya da reformist bir anlayış benimsemiştir. Kendini daha gelenekçi ve muhafazakâr olarak nitelendiren Siyasal İslam hareketinin aslında birçok yönden modern ve yeni olması dikkat çekicidir. Özellikle yakın zamanda AKP’nin bu konularda gösterdiği tavır Siyasal İslam’ın kendini nasıl Kemalizm karşıtlığı üzerinden modern bir şekilde tanımladığına dair iyi bir örnektir. Aslında Kemalizm’in sınıfsal kökenlerinin aranmaması, sınıflar üzeri bir resmi ideolojinin ve devletin kabul edilmesi ve devrimin tabana yayılamaması neticesinde doğan devlet-halk kopukluğunu iyi fark eden Siyasal İslamcılar; Kemalizm’in özellikle Mustafa Kemal öldükten sonra Batı ittifakına ve dünya kapitalizmine ulanmaya çalışılmasının boşluğunu, sınıfsal politikaların ve hareketlerin de zayıflığından faydalanarak doldurmaya çalışmıştır. Bu yazıda Türkiye’de Siyasal İslam’ın gelişmesine ve Refah Partisi ile AKP arasındaki bazı benzerlik ve farklılıklara dikkat çekeceğim.
Siyasal İslam’ın merkez sağ partilerin oportünist yapısından çıkarak kendi sesini bulması ancak 1960’ların sonunda Necmettin Erbakan tarafından kurulan Milli Nizam Partisi ile mümkün olabilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından anayasanın laiklik ilkesine ve siyasal partiler kanununun 648 nolu yasasının 92, 93 ve 94. maddelerine aykırı düştüğü gerekçesiyle 1971 yılında kapatılan Milli Nizam Partisi’ni yine aynı ekibin 1972 yılında kurduğu Milli Selamet Partisi izlemiştir (Tank, sayfa 7). Milli Selamet Partisi 1970’lerde çeşitli defalar koalisyon ortağı olarak hükümete katılma şansı yakalamış ve Siyasal İslam’ın filizlenmesi bu dönemde başlamıştır. Milli Selamet Partisi de, tüm diğer siyasal partiler gibi 12 Eylül sonrası kapatılmıştır. Bu ikinci başarısız denemeden sonra 1983 yılında Refah Partisi kurulmuştur. Refah Partisi siyasal arenada büyük bir başarı göstermesine karşın, 28 Şubat sürecinde Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmaktan kurtulamamıştır. Buna ek olarak Refah Partisi’nin ve Milli Görüş geleneğinin doğal lideri Necmettin Erbakan ve partinin lider kadrosu 5 yıl süreyle aktif siyasetten men edilmiştir. AKP ise Saadet Partisi içerisinde beliren ve Gelenekçiler’e muhalefet eden Yenilikçiler grubunun çabalarıyla 2001 yılında kurulmuş ve Kasım 2002 genel seçimlerinde büyük bir başarı elde ederek tek parti iktidarını kurabilmiştir. AKP 22 Temmuz 2007 seçimlerinde de başarı trendini devam ettirmiş ve yüzde 46,6 oyla yeniden tek parti hükümeti kurmayı başarmıştır.
AKP ve Refah Partisi’ni karşılaştırmadan önce Daniel Brumberg’in İslami partiler hakkında yaptığı kategorizasyona bakmakta fayda var. Brumberg’e göre İslami partilerin ideolojileri köktenci ve militan İslamcılık, reformist İslamcılık veya İslami liberalizm kategorilerine ayrılabilir (Öniş, 283). Buna göre köktenci ve militan İslamcı partiler ülkede mevcut bulunan siyasal rejimi İslami bir devrimle yıkarak, yerine İslami esaslara ve şeriat hukukuna dayalı bir rejim kurmak isteyen siyasal oluşumlardır. Reformist İslamcılık hedef olarak militan İslamcılıktan çok farklı olmamasına karşın şiddeti reddetmesi ve demokratik yollarla bir değişiklik fırsatı araması bakımından köktenci İslam’dan ayrılır. Bu yönüyle takiyye tartışmalarına neden olan partilerin reformist İslamcı kimlikleri dikkat çekicidir. İslami liberalizm ise, demokratik rejimi değiştirmeden dini özgürlüklerin arttırılmasını ve dinin siyasette ve kamusal alanda özgürce kullanılan bir renk olmasını isteyen siyasal partilerin benimsediği ideolojidir. Bu yönüyle bir şeriat devleti hedefleri yoktur ancak Fransa tipi laiklikle de ciddi problem içerisindedirler. Her ne kadar medyada uzun süre gündemde kalmış “kanlı mı kansız mı olacak” benzeri talihsiz açıklamalar yapmış olmasına karşın Necmettin Erbakan ve Refah Partisi ileri gelenleri, genel itibariyle reformist İslamcılık yani İslamcı bir rejimi demokrasi yoluyla kurmak çizgisine yakın siyasal figürlerdir. AKP ise sistemle yaşadığı çok ciddi problemlere ve partinin gizli bir ajandası olduğu yönündeki şüphelere rağmen, şu ana kadar açıkladığı ve gösterdiği hedefler esas alınırsa reformist İslamcılık ve İslami liberalizm arasında bocalayan ancak İslami liberalizm’e daha yakın bir siyasal parti olarak tanımlanabilir.
Refah Partisi 1980’lerde siyasal güç yarışında uç noktada kalmış zayıf bir parti de olsa, 12 Eylül’ün getirmeye çalıştığı ve sol hareketi kırma amaçlı muhafazakârlık ortamında yavaş yavaş güçlenmeye başlamıştır. Rejime yönelik tepkiler sol hareketin kırılmasıyla beraber İslamcı çizgiye kaymaya başlamış ve özellikle fakir semtlerde, gecekondu mahallelerinde İslamcı hareket güçlenmiştir. ANAP genel Başbakanı ve Başbakan Turgut Özal’ın enflasyonist politikaları nedeniyle ciddi ekonomik problemleri bulunan ve şehre sağlıklı bir şekilde eklemlenememiş kenar mahallelerde oturan “göçmen” şehirli yoksullar, Refah Partisi’nin öncelikli oy hedefi olmuş ve Erbakan da “adil düzen” söylemiyle onlara hitap etmeye çalışmıştır. Bu aşamada Siyasal İslam’ın merkez sağ geleneği ve sonradan benimseyeceği ekonomi politikasıyla çelişerek daha anti-kapitalist bir duruşunun olduğunu söylemek mümkündür. Ancak bunun da sadece söylem düzeyinde kaldığını belirtmek zorundayız. Zira Refah Partisi kapitalist üretim tarzını reddetmediği gibi İslamcı burjuvazinin güçlenmesine büyük katkıda bulunmuş ve “Anadolu kaplanları” ardı ardına büyümeye başlamıştır. Dış ticaret anlayışını da reddetmeyen Refah Partisi bu konuda iş birliği yapacak ülkeleri Batılı yerine İslami rejimler arasından seçme gayreti göstermiştir. Refah Partisi dini söyleminin yanı sıra sosyal politikalara da büyük önem vermiş, eski “şanlı” Osmanlı günlerine atıfta bulunmuş ve özellikle “temiz siyaset”ten söz etmiştir (Özbudun, sayfa 87). Erbakan dış politika alanında da Orta Doğu ülkelerini ziyaretleri için tercih etmiş ve Batı ile olan ilişkilerini kısıtlamaya çalışmıştır. 1995 genel seçimleri sonrası kurulan Refahyol hükümeti Kuran kurslarını ve İmam Hatip Okulları’nı yaygınlaştırmaya çalışmış ve bunda oldukça başarılı olmuştur. Ayrıca iş saatleri Ramazan ayında iftar vaktine göre ayarlanmış ve kamusal alanlarda (üniversitelerde) türban takılması Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına rağmen şiddetle desteklenmiş ve savunulmuştur. Libya ziyaretinde yaşadığı skandal nedeniyle zaten zor durumda bulunan Başbakan Erbakan, Ramazan süresince evine çeşitli şeyh ve tarikat liderlerini toplayarak daha da tepki çekmiştir. Bu olayların sonrasında hepimizin gayet iyi bildiği ve yarın tarihte yaşadığı 28 Şubat süreci gelişmiştir. Haziran 1998 yılında Refah Partisi laikliğe karşı faaliyetler yürüttüğü kararıyla Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmıştır (Özdalga, sayfa 134). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de daha sonra aldığı kararla Refah Partisi’nin sistemi zor yoluyla değiştirmek isteyen bir parti olduğunu ve demokrasi ile insan haklarının görmezden geldiğini belirterek kapatılma kararını onaylamıştır. Yine de genel tabloya baktığımızda Refah Partisi’nin bu aşamada kitlesel şiddet eylemleri organize etmediğini ve bu nedenle militan İslamcılıktan çok reformist İslamcı bir parti olduğunu söylemek mümkündür.
AKP ise Milli Görüş geleneğinden gelenlerin özellikle lider kadrosunda ağırlıkta olmasına karşın merkeze daha yakın durmaya çalışan bir “şemsiye partisi” görünümündedir. Partinin kurulma sürecinde önemli isimlerinin “muhafazakâr demokrat” ve “Müslüman demokrat” gibi kavramlar kullanmaları bu nedenledir. Zaten partinin lideri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da partinin “inançlı ancak laikliğe bağlı kişiler tarafından kurulduğunu” dile getirmiştir (Heper, sayfa 8). Ancak Türk siyasal hayatında daima sorun yaratmış kamusal alan-özel alan ayrımı ve dini söylemlerin sınırı tartışmaları AKP’nin de başını ağrıtmaktadır. Özellikle Fransa modeli dinin devlete tabi tutulduğu bir laiklik anlayışının haklı gerekçelerle ülkemizde kabul edilmiş olması ve AKP’nin sekülarizmi bu anlayışın dışında yorumlama çabaları sık sık siyasal krizler yaratmaktadır. Ancak AKP bir yandan da Türkiye ekonomisini küresel kapitalizme iyice entegre etmeye çaba göstererek ve özellikle Avrupa Birliği ilişkilerinde fazlasıyla “Batıcı” bir politika belirleyerek liberal çizgisini korumaya gayret etmiştir. AKP için Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkiler de çok önemli olmuş ve yaşanılan çeşitli krizlere rağmen Başbakan sık sık ABD ile olan stratejik ortaklığımızdan bahsetmiştir. 1 Mart tezkeresi reddedilmesine karşın AKP’nin lider kadrosu başta Tayyip Erdoğan olmak üzere bunun kabulü için çaba göstermiş ancak yine de parti içi demokrasinin bir gereği olarak kararı milletvekillerine bırakmışlardır. AKP ordudan dini eğilimleri nedeniyle uzaklaştırılan askerler konusunda da tepkili olmuş ve demokratik uyumun dinamik bir süreçte yakalanabileceğini vurgulamıştır. Ancak bir meslek okulu türü olan İmam Hatip Okulları mezunu kişilerin ÖSS’de haklı olarak uğradıkları puan kaybı konusunda bir değişikliğe gitmek isteyen AKP, TSK’nin uyarısı üzerine bu konuda ayak dirememiştir. Türban konusunda da kriz yaşanmasını istemeyen AKP lider kadrosu ve milletvekilleri, çeşitli resmi davetlere eşleri olmadan katılmışlardır.
Tüm bu nedenlerle AKP’nin ve özellikle de Genel Başkanının hala fazlasıyla ideolojik (İslami) bir tarafı bulunmasına karşın, çeşitli konularda ısrar etmemesi neticesinde “İslami liberal” bir parti olarak tanımlanması sanıyorum doğru olacaktır. Daha önce de belirttiğim kendini Kemalizm ve Cumhuriyet esasları karşıtlığı üzerinde tanımlamak düşüncesi de AKP için oldukça geçerlidir. Parti, devletçi geleneği bir tarafa iterek yok pahasına özelleştirmeler gerçekleştirmiş, Kemalist dış politika esasları terk edilerek, küresel düzenin dayattığı daha tavizkar bir anlayış benimsenmiş, ulusal bütünlük alt kimlik ve benzeri tartışmalarla yıpratılmış ve kamusal alan tartışmalarıyla İslam’ın ve dinin siyasal-toplumsal hayattaki alanı genişletilmeye çalışılmıştır. Sonuçta, AKP’nin reformist İslam ve İslami liberalizm arasında gezinen bir parti olduğunu ancak İslami liberalizme daha yakın olduğunu söylemek mümkündür.
Tüm bu bilgiler ve saptamalar ışığında AKP ve Refah Partisi’ni son tahlilde karşılaştırmak gerekirse üç noktada önemli farkları bulunduğunu belirtmek mümkündür. Birinci olarak dış politikada Refah Partisi Batı’ya her zaman kuşku ile yaklaşmış olmasına karşın, AKP Batı ile işbirliği içerisindedir. Büyük Orta Doğu Projesi ve saldırgan Amerikan dış politikası Türk halkından büyük tepki görmesine karşın, AKP bu konuda net bir tavır belirleyememekte ve Batı’ya daha yakın durmaktadır. AKP’nin bu anlamda Batı ile Doğu arasında uzlaştırıcı bir rol oynamaya çalıştığını ancak bunu yaparken milli menfaatlerden taviz vermekten kaçınmadığını söylemek sanıyorum doğru olacaktır. İkinci büyük farklılık İmam Hatip Okulları konusundadır. Refah Partisi bu konuda ısrarcı bir tutum sergilerken, AKP’nin uyarıları dikkate aldığı ve adımlarını bir rejim krizi yaratmadan atmaya çalıştığını söylemekte fayda var. Bir üçüncü farklılık türban konusundadır. Refah Partisi bu konuda da ısrarcı ve istediğini ne pahasına olursa olsun yapmaya kararlı bir tavır takınırken, AKP görüşlerini dile getirmekte ancak en azından şimdilik uzlaşmacı olmaya çalışmaktadır. AKP dini daha bireysel merkezli tanımlarken, Refah Partisi bu konuda toplumsal bir anlayışı savunmuş ve toplumsal uzlaşma olmadan istediklerini gerçekleştirmek istemiştir. Bu nedenlerle AKP ve Refah Partisi aynı kökten gelmelerine ve ortak noktaları bulunmasına karşın birbirinden ayrılan siyasal oluşumlardır. 22 Temmuz seçimlerinde gösterdiği büyük başarı sonrası AKP’nin evrileceği nokta ve bu özelliklerinden taviz verip vermeyeceği ise ayrı bir tartışmanın konusudur.
KAYNAKLAR
- Tank, Pınar, “Political İslam in Turkey: A State of Controlled Secularity”, Turkish Studies vol.6, no. 1, Mart 2005
- Öniş, Ziya, “Political İslam at the Crossroads: From Hegemony to Co-Existence”, Contemporary Politics, vol 7, no 4, 2001
- Özbudun, Ergun, “Contemporary Turkish Politics: Challenges to Democratic Consolidation”, 2000, Boulder and London: Lynne Reinner Publishers
- Özdalga, Elizabeth, “Necmettin Erbakan: Democracy For the Sake of Power”, 2002, “Political leaders and Democracy in Turkey” (ed. Metin Heper & Sabri Sayarı), Lanham, Md.: Lexington Books
- Heper, Metin, “A Democratic-Conservative Government By Pious People: The Justice And Development Party In Turkey”, “The Blackwell Companion to Contemporary Islamic Thought” (ed. by Ibrahim M. Abu-Rabi), 2006, New York: Blackwell

Bu makale Ozan Örmeci'nin "İttihat ve Terakki'den AKP'ye Türk Siyasal Tarihi" adlı kitabından alınmıştır. Kitabı satın almak için İdefix, Kitap Yurdu ve benzeri kitap satış sitelerine bakabilirsiniz.
Ozan Örmeci


Hiç yorum yok: