31 Ağustos 2010 Salı

Theodor Adorno


-->
Tam ismi “Theodor Ludwig Wiesengrund Adorno” olan ünlü Alman filozof, sosyolog, müzisyen ve müzikolog Adorno; Max Horkheimer, Walter Benjamin, Herbert Marcuse ve Jürgen Habermas gibi entelektüellerle beraber Frankfurt Okulu’nun en önemli temsilcilerinden birisidir. 11 Eylül 1903 tarihinde Frankfurt’ta doğan Adorno, küçük yaşlarda şarkıcı olan annesinin de etkisiyle müziğe ilgi duymaya başlamış ve piyano derslerine devam etmiştir. Frankfurt Üniversitesi’nde felsefe, müzikoloji, psikoloji ve sosyoloji dersleri alan genç Adorno, bu yıllarda Max Horkheimer ve Walter Benjamin’le dostluk kurmuş ve 1924 yılında Edmund Husserl üzerine yazdığı tezle üniversiteden mezun olmuştur. Müzik çalışmaları nedeniyle bir süre Viyana’da bulunan Adorno daha sonra Frankfurt’a dönerek üniversitede çalışmaya başlamıştır. Kierkegaard ve estetiğin oluşması üzerine yazdığı tezle doktorasını tamamlayan Adorno, Frankfurt Üniversitesi’nde dersler vermeye başlamış ancak babasının Musevi olması ve Nazi totaliterliğine karşı takındığı muhalif tavır nedeniyle iktidar odakları tarafından üniversitedeki işinden uzaklaştırılmıştır. Oxford’da ders verebilme ümidiyle Nazi zulmünden kaçarak İngiltere’ye yerleşen Theodor Adorno, Merton’da ders vermeye başlamış ancak daha sonra karısı olacak kimyacı kız arkadaşı Margarethe Karplus’ı görebilmek için yazları sürekli olarak Almanya’ya gelmiş ve buradaki entelektüel çevresinden kopmamıştır.
Bu yıllarda “jazz” müziği üzerine yazdığı eleştirel ve küçümseyici makalelerle dikkatleri üzerine çeken Adorno, popüler kültür üzerine geliştirdiği commodity fetishism (meta fetişizmi) ve standardization (standartlaşma) gibi düşüncelerinin temellerini de bu dönemde atmıştır. Daha sonraki yıllarını 1950’ye kadar Amerika’da geçiren Adorno, Princeton ve California Üniversitesi’nde dersler vermiştir. Nazi zulmünü bizzat gözlemleme şansı yakalamış Adorno, totaliter rejimlere ve kitle kültürüne (mass culture) karşı geliştirdiği antipatiyi eserlerine de yansıtmıştır. Amerika’daki yıllarında “The Dialectic of Enlightenment (Aydınlanmanın Diyalektiği)” isimli ünlü eserini kaleme alan Adorno, 1949 yılından itibaren Almanya’ya dönerek burada Frankfurt Okulu’nun en önemli temsilcilerinden biri haline gelmiştir. Adorno 1968 Mayıs’ında Frankfurt Üniversitesi’nde gelişen öğrenci olaylarında takındığı yatıştırıcı tutum nedeniyle sol çevrelerin boy hedefi haline gelmiştir. Bu yıllarda sağlığı bozulan Adorno, üniversiteden ayrılarak karısıyla bir süre İsviçre’de yaşamış ancak kalp rahatsızlığı nedeniyle 6 Ağustos 1969’da ölmüştür.
Adorno’nun düşüncelerine baktığımızda; kendisinin Walter Benjamin’in kendi estetik kuramı doğrultusunda yeniden formüle ettiği Marksizm düşüncesinden fazlasıyla etkilendiği görülecektir. Zaten Antonio Gramsci’nin yıllar önce belirttiği şekilde kapitalizmi ayakta tutan ve ekonomik determinizmi modern toplumu anlamakta yetersiz kılan unsurun üstyapının (superstructure) önemi olduğuna inanan Adorno, özellikle popüler kültürü araştırmalarında temel konu edinmiştir. Kültürel faaliyetler ve eserlerin de kendilerine ait bir ekonomisi ve piyasası olduğunu iddia eden Adorno, kapitalist sistemin insanları kültür endüstrisi (culture industry) ile beslediğini ve gerçek sanattan uzak tutarak duyarsız hale getirdiğini belirtmiştir. Karl Marks’ın aksine Adorno kapitalizmin kısa vadede çökmeyeceğini zira gün geçtikçe güçlendiğini belirtmiştir. Ekonomik determinizme saplanıp kalmayan ve bu yolda Gramsci’nin çizgisini takip eden Adorno, kapitalizmin güçlenme sebebini yarattığı popüler kültür endüstrisi ile açıklamaktadır. Adorno’ya göre kapitalist sistem müthiş bir kültürel hegemonya yaratarak insanı öz niteliklerinden, isyankâr güdülerinden, gerçek sanatsal ve kültürel ihtiyaçlarından uzak tutmakta ve popüler kültür gibi öğelerle avutmaktadır. Adorno’nun düşüncesinde insanın gerçek ihtiyaçları olan yaratıcılık ve aklın tam olarak değerlendirilmesi; meta fetişizmi, popüler kültür ve standartlaşma gibi şeylerle doldurulmaya çalışılmaktadır. Adorno’ya göre bunun başlıca sebeplerinden birisi kapitalist sistemde bir metanın kullanım değerinden (use value) çok piyasadaki değişim değerinin (exchange value) ön planda olmasıdır (Adorno, sayfa 33).
Serbest piyasa ekonomisinde bir metanın hatta insanların değeri popülarite, maliyet ve kısıtlılık (scarcity) ilkelerine göre belirlenmektedir. Mesela çok önemli hayati bir ihtiyacı karşılayan su çok bulunması sebebiyle oldukça ucuza satılabilirken, elmas gibi gösteriş dışında bir amacı olmayan bir meta çok yüksek bir değer bulabilmektedir (Adorno, sayfa 34). İşte elması sudan daha değerli yapan kapitalist sistemde geçerli olan değişim değeri esasıdır. Adorno’ya göre insanların önem verdikleri şeyler kapitalist sistemde bir metanın öz nitelikleri olmaktan çıkmakta ve fiyatının yüksekliğine odaklanmaktadır. Bu nedenle büyük bütçeli kalitesiz filmler çok izleyici çekerken, sanat filmleri bir azınlığa hitap edebilmektedir. Popüler kültürü yönlendiren insanlar ve sanatsal kalite kriteri, yaratıcı deha değil, piyasa dengeleri ve fiyatlardır. Medya yoluyla daha da güçlenen bu anlayış insanları ihtiyaçları olan şeyleri değil, popüler ve pahalı olan ürünleri almaya itmektedir. Yani aslında kendini bir kral olarak görmesine karşın tüketici, bu sistemde kendi zevklerinden mahrum bırakılmış zavallı bir nesnedir, bir özne bile değildir (Adorno, sayfa 85). İşte bu çılgınlık Adorno’ya göre meta fetişizmidir. Karakterlerini, öz niteliklerini yitiren insanların piyasa etkisiyle pahalı ürünler almaya çalışmaları ve bu şekilde rahatlamalarıdır. Piyasa dengeleri Adorno’nun bir diğer önemli kavramı olan “standartlaşma"yı beraberinde getirmektedir. Piyasa dengelerinin yönlendirdiği insanlar gitgide benzer bir hal almakta ve yaratıcılık, çok seslilik ve çok renklilik giderek azalmaktadır (Adorno, sayfa 90).
Kısaca Adorno’ya göre kapitalist sistem kültürel olarak bir koyun sürüsü yaratmaya, insanları kişiliksizleştirmeye çalışmaktadır (Adorno, sayfa 35). İnsanı bireyselliğinden, yaratıcı gücünden yoksun bırakan bu kapitalist toplum hastalıkları ya da Adorno’nun deyimiyle yanlış ihtiyaçlar – false needs (meta fetişizmi, standardizasyon, değişim değerinin kullanım değerinin önüne geçmesi vs.) aslında kapitalist toplumu ayakta tutan en önemli ideolojik araçlardır. Adorno'nun popüler kültüre bakışının temelleri aslında caz ve pop müziğe bakışında bulunabilir. Kapitalizm öncesi bir endüstri olmadan burjuva evlerinde ve konser salonlarında var olan klasik müzik Adorno için gerçek müziği temsil ederken, piyasa esaslarına göre düzenlenmiş pop ve jazz müziği kalitesizliğe tekabül etmektedir. Çünkü Adorno'ya göre modern kapitalist toplumun bir getirisi olan standardizasyon ve sözde-bireyselleşme (pseudo-individualization) etkilerini bu müzik türlerinde de göstermektedir. Otomotiv endüstrisindeki yer-değişebilirlik (part-interchangeability) terimini modern kapitalist topluma uyarlayan Adorno; nasıl özünde işlevleri aynı olmasına karşın farklı şekillerde karşımıza çıkan karbüratörler değişik model arabaları birbirlerinden ayırıyorsa, modern toplumun yarattığı birey ve müzik tınılarının da özünde birbirleriyle aynı olduğu ve yalnızca sözde bireyselleştiğini, farklılaştığını söyler.
Theodor Adorno'ya göre günümüz hafif müziği; armonik yapısı 19. yüzyıl ciddi müziğinin armonik yapısından beslenen ve yalnızca süslemede birbirinden farklılık gösteren avam müziğidir. Ancak Adorno'nun essentialist (özcü) yöntemine Nedim Karakayalı’nın getirdiği bir eleştiri Adorno’nun kültürel metaların diğer tüketim mallarından farklılığını hesaba katmamış olmasıdır. Mesela memnun kalınan bir deterjan sorgusuz bir şekilde rahatlıkla yeniden satın alınabilirken, bir kültürel meta olan Tarkan albümünün satın alınması için, hem önceki popüler Tarkan albümleriyle benzerlik göstermesi, hem de sözde de olsa bir farklılık içermesi gerekmektedir. Yani “iyi” bir hafif müzik parçasının büyüsü; aynı anda hem bilindik, hem de değişik olmakta yatmaktadır. Adorno’nun kültürel metaları diğer metalarla eş tutması bu noktada bir eksiklik olarak göze çarpabilir. Adorno ve Frankfurt Okulu düşünürlerinin bir diğer özellikleri ise Sigmund Freud'un modern toplum düzeni ve insan doğası hakkındaki görüşlerini faşizm fenomenini açıklamak için kullanmalarıdır. Frankfurt Okulu’na göre Faşizm aslında modern toplumda libido kaynaklı bastırılmışlıklarını dindiremeyen kitlelerin, bireylerin bu ihtiyaçlarını farklı bir şekilde gidermeye çalışmaları nedeniyle bu denli etkin olabilmiştir.
20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olan Theodor Adorno’ya getirilebilecek bir eleştirici avangart (öncü) kültüre verdiği tartışılmaz öncelik ve halk kültürüne karşı geliştirdiği ön yargılı, küçümseyici elitist bakış açısıdır. Güney Fransa’da küçük bir köyde doğan Pierre Bourdieu’nün elit ve halk kültürü arasındaki sınıfsal üstünlüğü güçlendirdiğini düşündüğü ilişkiler ağı konusundaki eleştirileri Adorno’ya karşı geliştirilmiş en güçlü kritik olarak değerlendirilebilir. Bourdieu kültür ve sanat zevklerinin sınıfsal farklılıkları yansıtan ve eğitimle ve sınıf pozisyonuyla yakından alakalı olduğunu düşünür ve Adorno'yu popüler kültürü incelerken sınıfsal analizlere ve çatışmalara yeterince önem vermediği için eleştirir. Yine de Adorno, popüler kültür ve kapitalist toplum üzerine halen geçerliliği fazlasıyla hissedilen orijinal düşünceleriyle 20. yüzyılın en önemli entelektüellerinden biri olarak anılmayı hak etmektedir.
KAYNAKLAR
-Adorno, Theodor, 1991, “The Culture Industry: Selected Essays On Mass Culture”, London: Routledge
- Karakayalı, Nedim, “Doğarken ölen: Hafif müzik ortamında ciddi bir proje olarak Orhan Gencebay”, 1995, Toplum ve Bilim sayı: 67, 136-154
- Wikipedia, http://www.wikipedia.org/

Ozan Örmeci


Hiç yorum yok: