29 Ağustos 2010 Pazar

Antonio Gramsci


-->
22 Ocak 1891 tarihinde orta gelirli bir burjuva ailesinin çocuğu olarak Sardinya adasında, Ales’te dünyaya gelen Antonio Gramsci, endüstrileşmemiş ve gelişememiş Güney İtalya’da oldukça zor ekonomik koşullar altında yaşayan köylü ve işçileri yakından görme fırsatı bularak büyüdü. 1897 yılında babasının rüşvet skandalı nedeniyle devlet memuriyetinden uzaklaştırılması ve ailesinin büyük ekonomik sıkıntılar çekmesi Gramsci’nin hayatını değiştiren önemli bir etkendir. 1911 yılında Torino Üniversitesi’nde edebiyat bölümünde eğitime başlayan genç Gramsci, müthiş bir akademik kariyer şansı bulunmasına karşın kısa sürede yükseldiği sosyalist aktivist çevrede ilerlemeyi akademik kariyerine tercih etti ve İtalyan sosyalist partisi’nin en önemli isimlerinden biri haline geldi. Bolşevik Devrimi sonrası çalışmalarını hızlandıran Gramsci teorik çalışmalarının yansıra, partinin örgütlenmesine, işçi konseylerinin kurulmasına aktif olarak katıldı. O dönemde arkadaşlarıyla çıkarmaya başladıkları “Ordine Nuovo” dergisiyle İtalyan solunun hızla yükselen ismi olarak dikkat çekti. Bu yıllarda gazeteci olarak çalışan ve siyasal faaliyetlerine devam eden Gramsci, İtalyan Sosyalist Partisi içerisinde dahil olduğu fraksiyonla beraber 1921 yılında İtalyan Komünist Partisi’ni kurdu.. İtalyan Komünist Partisi lideri olarak 1922 yılında Sovyetler Birliği’ne giderek iki yılını Moskova’da geçiren ve burada Komünist Parti üyesi Giulia Schucht isminde genç bir Rus kemancıyla evlenen Gramsci, İtalya’ya dönüşünde şiddetle yükselen faşist hareket nedeniyle kendini 1926 yılında hapiste buldu. Yurtdışına kaçma şansı bulunmasına karşın İtalya’da hapiste de olsa kalarak mücadeleye devam etmeyi seçen büyük düşünür, ünlü eserleri Letters From Prison (Hapishaneden Mektuplar) ve Prison Notebooks’u (Hapishane Günlükleri) bu yıllarda kaleme aldı. Hapishanede gördüğü fiziksel ve psikolojik işkenceler nedeniyle hapishaneden çıkışının hemen ertesi yılı 27 Nisan 1937 tarihinde beyin kanamasından 46 yaşında Roma’da ölen Gramsci, halen neo-Marksizm’in kurucularından biri olarak kabul edilmektedir. Marksizm’in altyapıya verdiği önemi üstyapıya taşıyan ve üstyapı kurumlarını daha da geliştirerek hukuk, sivil toplum, entelektüel gibi kavramlara farklı bir bakış açısı getiren, 1970’lerden itibaren Marksizm’in en önemli teorisyenlerinden biri kabul edilen Gramsci’nin düşüncelerine kısaca bir göz atalım.
The Modern Prince (Modern Prens) Antonio Gramsci’nin Makyavel’in Prens isimli eserinden hareketle modern toplum ve siyasal partiler üzerine fikirlerini dile getirdiği Prison Notebooks (Hapishane Günlükleri) isimli eserinin en ünlü bölümünün ismidir. Bu bölümde Gramsci Makyavelist bir metotla siyasete gayet realist bir açıdan yaklaşır ve ne derece farklı bir Marksist olduğunu gözler önüne serer. Ortodoks Marksizm’e şiddetle karşı çıkan Gramsci, her ne kadar yapısal tarihsel koşulların sınıfsal çatışmaları ortaya çıkardığını kabul etse de, kültürel, entelektüel ve ahlaki anlamda sivil toplumda kendi hegemonyasını kuramayan bir anlayışın asla bir önceki sistemi yıkamayacağının altını kalın bir şekilde çizer. Yani sosyalizm kendiliğinden kapitalizmin yerine asla geçemeyecektir, Marks’ın “tarihsel kaçınılmazlık” iddiası hatalıdır. Zira devlet ve onun eğitim, popüler kültür, gelenekler, yasalar, teamüller vs. gibi baskı araçları devrimci sınıflar üzerinde üstyapıda kültürel ve ideolojik bir hegemonya kurmakta ve onların devrimci sınıf bilincine ulaşmalarına engel olmaktadır. Bu nedenle emekçi sınıfların kendi entelektüellerini, yaşam tarzlarını, alternatif kalkınma modellerini geliştirmeleri ve bunlara sivil toplumda meşruiyet kazandırmaları gerekmektedir. Her ne kadar bir Lenin hayranı olarak bilinse de öncü parti düşüncesini demokratik kitle partisiyle değiştirmesi bakımından Gramsci bir “eurocommunist” ve neo-Marksist’tir. Gramsci hegemoni düşüncesini yaratırken muhakkak ki İtalyan Faşist Partisi’nin örgütlenme biçiminden etkilenmiş ve komünist partilerin başarılı olamama nedeni olarak yalnızca ekonomik determinizme ve emekçi sınıflara önem vermelerini görmüştür. İşçi sınıfına odaklanmış olarak kalıp, öncü parti önderliğinde bir devrim yapmak Gramsci’ye göre ancak sivil toplumun gelişmemiş olduğu doğu toplumlarında mesela Rusya’da başarılı olabilir. Oysa çok gelişmiş burjuva-demokratik kültür ve sivil toplum yapıları olan Batı toplumlarında gerekli olan işçi sınıfının isteklerini tüm ulusun çıkarına olacak şekilde dile getiren devrimci bir demokratik kitle partisidir (Siyaset Bilimi tabiriyle “catch-all” partileri). Bu nedenle sosyalist ideoloji ve bunu yaratan ve uygulayan siyasal partilere Batı toplumlarında devrimi gerçekleştirecek olan kurumlar olarak bakan ve pozitif bir anlam yükleyen Gramsci’nin kullandığı kavramları daha yakından inceleyelim.
Gramsci felsefesinde çok önemli bir yer tutan “hegemonya” kavramı daha önce Lenin tarafından kullanılmış olmasına karşın esas anlamını Gramsci ile bulmuştur. Gramsci’nin bu kavramıyla, Louis Althusser’in “Devletin İdeolojik Aygıtları” ve Michel Foucault’nun “söylem” düşüncelerine de ilham kaynağı olduğunu iddia edebiliriz. Gramsci’ye göre kapitalizmin gücü sermaye ve baskıcı burjuva devletinin güvenlik güçleri (polis), ordu ve hukuk sistemiyle uyguladığı şiddet kadar üstyapıda ideolojik bir hegemonya kurmasından kaynaklanmadır. Burjuvazi hakim kültürü egemenliği altına yaratarak sınıf bilincini bastırmakta ve devrimci unsurları tabir yerindeyse uyutmaktadır. İşte tam da bu nedenle işçi sınıfı ve onun önderleri kendi kültürel değerlerini yaratmalı ve bunları hakim hale getirmek için çaba vermelidir. Gramsci’nin ünlü sendikacı Georges Sorel’den aldığı “historical bloc (tarihsel blok)” tabiriyle kastetmek istediği üstyapıdaki bu değişikliği gerçekleştirecek olan devrimci birliktir. Bu birliği oluşturacak ideoloji üretebilen en önemli unsur olan entelektüelleri organik ve geleneksel olarak ikiye ayıran Gramsci, geleneksel entelektüelleri mevcut kültürel-siyasi yapı içerisinde kendine bir konum edinmiş, üretim araçları ve sosyal sınıflarla direk bir bağlantısı bulunmayan, sistem yanlısı yarı-aydınlar; organik entelektüelleri ise çeşitli sosyal sınıf ve grupların sözcülüğünü üstlenmiş gerçek aydınlar olarak görür. Din görevlileri, avukatlar, öğretmenler, doktorlar gibi geleneksel aydın kategorisine dahil edilebilecek olan meslek grupları sosyal yapılanmadaki sürekliliği sağlamakla görevlidir. Her ne kadar geleneksel entelektüelleri küçümser gibi bir havası olsa da, Gramsci onların organik entelektüellere destek verir konuma gelmeden toplumsal köklü bir değişikliğin mümkün olmadığını ifade etmiştir. Gramsci’de karşımıza çıkan iyi entelektüel - kötü entelektüel dikotomisinin bir benzerinin ideoloji konusunda da geçerli olduğunu iddia edebiliriz. Bilimsel Marksist ideoloji pozitif ideolojiye bir örnekken, üstyapıda egemen olan görüşler geleneksel entelektüeller gibi ancak operasyonel ve konjonktürel olarak faydalı olabilen aldatmacalardır. Bu noktada Gramsci’nin çözüm önerisi geleneksel entelektüellerin ve üstyapıda hakim olan görüşlerin Marksist ideoloji çizgisine çekilmesidir. Bunu gerçekleştirmek için kullanılacak olan alan ise sivil toplumdur. Sivil toplum organik entelektüellerin sınıf politikalarını popüler hale getirmesi durumunda devrimci bir nitelik kazanacak ve kapitalizmin sonunu getirebilecektir. Gramsci’nin söylediklerinin kısa bir özeti sanırım bu şekilde yapılabilir.
Hapishane yılları boyunca mektuplaştığı baldızı Tania Schucht’un çabasıyla hapishanede kaleme aldığı 32 defterlik yazılarından oluşan “Prison Notebooks” isimli eserinin basılmasıyla değeri yavaş yavaş anlaşılmaya başlanan Gramsci; sivil topluma verdiği önem nedeniyle günümüzde halen atıfta bulunulan çok saygın ve önemli bir düşünürdür. Onurlu siyasal hayatı ve aktivizmden kaçmayan cesur tutumu nedeniyle de sol çevrelerde ve özellikle İtalya’da halen bir çok takipçisi bulunmaktadır. Türkiye’de İslamcı hareket içerisinde de Gramsci’nin tezlerinden fazlasıyla etkilenmiş Ali Bulaç gibi kişilerin varlığı dikkat çekicidir.
KAYNAKLAR
- Rosengarten, Frank, “An Introduction To Gramsci’s Life And Thought”
- Gramsci, Antonio, “Prison Notebooks”, 1971, Translated and Edited by Q. Hoare and G. Nowell Smith, New York: International Publishers

Ozan Örmeci

Bu makale Ozan Örmeci'nin Ozan Yayıncılık tarafından 2009 Ekim ayında piyasaya sürülen "Solda Teoriler ve Tarihsel Tartışmalar" adlı kitabından alınmıştır. Kitabı satın almak için İdefix, Kitap Yurdu ve benzeri kitap satış sitelerine bakabilirsiniz.

Hiç yorum yok: