13 Ağustos 2010 Cuma

Alparslan Türkeş


-->
4 Nisan 1997 tarihinde 82 yaşında vefat eden Alparslan Türkeş belki de Türk siyasal hayatının en tartışmalı ismidir. 1999 seçimlerinde partisinin Devlet Bahçeli liderliğinde % 17,98 oy alarak bir rekor kırmasına ve iktidar ortağı olmasına şahit olamayan Türkeş, özellikle 12 Eylül öncesi yaptıkları ve yaptırdıklarıyla toplumun önemli bir kesimi tarafından lanetlenen bir isimdir. Ancak kuşkusuz Türkeş ülkücü-milliyetçi kesimlerin gözünde milliyetçi hareketin kurucusu, doğal lideri ve Başbuğ’udur. Bu yazıda Alparslan Türkeş’in yaşamını, düşüncelerini, siyasi çizgisini ve Türk demokrasisine etkilerini mercek altına alacağım.
Alparslan Türkeş 25 Kasım 1917 tarihinde Lefkoşa’da dünyaya gelmiştir. Kıbrıs’ta doğmasına karşın ailesi ıÜüKayseri’nin Pınarbaşı ilçesinin Yukarı Köşkerli köyündendir. Türkeş ailesi ıÜüPınarbaşı’na Kafkasya’dan Afşarlar ile birlikte göçmüş Çerkezlerdendir ve 1860 yılında bir toprak kavgası nedeniyle dönemin Osmanlı Sultanı Abdülaziz tarafından Kıbrıs’a sürülmüştür. Türkeş ailesi 1917 yılında doğan erkek çocuklarına “Ali Arslan” ismini verir. Türkeş’in annesi Fatma Zehra Hanım, babası ise Ahmet Hamdi Beydir. Türkeş 4 yaşındayken Lefkoşa’da Sarayönü İlkokulunda eğitimine başlar. Ardından gelen ortaokul yıllarında hocalarından Türklük ve Türkçülük hakkında bilgiler alır. Zaten Türkiye Cumhuriyeti bu dönemde Kurtuluş Savaşı sonrası Kemalist Devrim’le beraber ayağa kalkmıştır ve ulus-devlet yaratma sürecinde Türk milliyetçiliği etnik bir temeli olmasa da son derece güçlüdür. Hocalarından Osman Zeki Bey, Türkeş’in Ali Arslan olan ismini ortaokul yıllarında “Alparslan” olarak değiştirir. Türkeş’in bu dönemde Türkçülüğe yönelmesinde kuşkusuz Türklerin azınlık durumunda olduğu Kıbrıs’ta yaşamasının etkisi büyüktür. Zira o dönemde dahi zaman zaman Rumlar ve Türkler arasında sorunlar yaşanmakta ve sorunlar kısa sürede sokak ve mahalle kavgalarına dönüşebilmektedir. Ayrıca Jacob Landau’nun da belirttiği gibi diyaspora topluluklarında yaşayan kişilerde etnik milliyetçiliğe olan ilginin Elephterios Venizelos örneğinde de olduğu gibi ana vatandan daha yoğun olabildiği bilinen bir gerçektir.

Ortaokul yıllarında Türkeş ekonomik sıkıntılar nedeniyle akşamları ailesini geçindirmek için çalışmak zorunda kalmıştır. Türkeş’in Kıbrıs sorununa ve Kıbrıs Türklerine yönelik özel ilgisinin sebebi de ailesinin ve kendisinin uzun yıllar burada kalmış olmasından ileri gelmektedir. Memleket hasreti çeken Türkeş ailesi sonunda 1932 yılında İstanbul’a yerleşme kararı alır. Türkeş de 1933 yılında 16 yaşındayken ıÜüKuleli Askeri Lisesi’ne girer. Askeri lisede çok başarılı olan genç Alparslan Türkeş 1936 yılında bu liseden mezun olur ve Harp Okulu’na girer. Türkeş’in militarizme olan ilgisi henüz küçük yaşlardayken ortaya çıkmıştır ve bu nedenle Türkeş askeri okullarda büyük bir şevkle okumakta, derslerinde çok başarılı olmaktadır. 1939 yılında Harp Okulu’ndan mezun olarak Piyade Asteğmen rütbesiyle orduya katılan Türkeş’in siyaset sahnesine ilk çıkışı 1944 yılındaki Türkçülük Davası ile olacaktır. O dönemlerde Kıbrıs şivesi ile konuşan genç Asteğmen Türkeş yaptığı sert çıkışlarla ve Türkçü söylemiyle dikkat çekmektedir. Türkçülük Davası’nda çok sevdiği Nihal Atsız ve Türkçü arkadaşlarıyla beraber yargılanan Türkeş küçük bir ceza ile kurtulduğu için orduya geri dönebilmiş ve girdiği sınavlarda başarılı olarak Harp Akademisi’ne girmiştir.

1948 yılında Harp Akademisi’nden mezun olan Türkeş aynı yıl gösterdiği üstün başarılar nedeniyle Amerika’ya eğitime gönderilmiştir. Oradaki Piyade Okulu’nda ve Amerikan Harp Akademisi’nde tahsil görmüş olan Türkeş’in Soğuk Savaş’ın belirginleşmeye başladığı bu yıllarda yaşadığı Amerika deneyimi sonraki hayatına yön verecek anti-komünist, milliyetçi ideolojisinin oluşmasında oldukça etkili olmuştur. Türkeş ayrıca ıÜü1940 yılında görev yaptığı Isparta’da Muzaffer Hanım’la evlenir. Çiftin bu evlilikten Ayzit, Umay, Selcen, Sevenbige ve Yıldırım Tuğrul isimlerinde 5 çocuğu olacaktır. Muzaffer Hanım’ın 1974 yılında vefat etmesi sonrasıyla Alparslan Türkeş ikinci evliliğini 1976 yılında Seval Hanım’la yapacak ve bu evlilikten Ayyüce ve Ahmet Kutalmış adlı iki çocuğu daha olacaktır.
1955 senesinde Kurmay Binbaşı olan Türkeş, Amerika’daki ıÜüTürk Genelkurmayı’nın temsil heyeti üyeliğine de tayin edilmiştir. Soğuk Savaş artık tüm şiddetiyle resmen başlamıştır ve Türkiye, Kore Savaşı sonrası bir NATO üyesi ülke haline gelmiştir. Batı bloğunun doğudaki sınır karakolluğu görevini üstlenen Türkiye, Soğuk Savaş’ta çok kritik bir rol üstlenmektedir ve bu nedenle ABD, Sovyetler Birliği’ni çevreleme politikası uyarınca Marshall Yardımı ile Türkiye ile olan ilişkilerini geliştirmeye çalışmaktadır. Türkiye-ABD arasındaki asimetrik ilişkiler giderek yoğunlaşmakta ve böyle bir ortamda Türkeş anti-komünist, Turancı düşünceleriyle Amerika’da oldukça tutulmaktadır. Aynı yıllarda Türkeş Washington’daki Amerikan Üniversitesi’nde uluslararası ekonomi dersleri ve seminerleri de almıştır. ıÜüDaha sonra yurda dönen Türkeş, 1959’da albaylığa yükseltildikten sonra Almanya’ya, Atom ve Nükleer Okulu’na gönderilmiş ve bu okuldan da başarıyla mezun olarak 1960 yılında yeniden Türkiye’ye dönmüştür. Türkiye’nin “küçük Amerika” olma dönemine girdiği Demokrat Parti iktidarında Türkeş iyi İngilizcesi nedeniyle Avrupa’da muhtelif NATO toplantılarında ve askeri manevralarında Türk Genelkurmayı temsilcisi olarak bizzat bulunmuş ve Amerikalı meslektaşlarınca daima övülmüştür.

Türkeş’in Türkçülük Davası sonrası siyaset sahnesine ikinci çıkışı ise Demokrat Parti diktatoryasına karşı yapılan 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesiyle olmuştur. Albaylar darbesi olarak bu hareket sonrası darbe bildirisini radyodan bizzat okuyan Türkeş, Milli Birlik Komitesi’nin önemli üyelerinden biri olmuştur. 27 Mayıs; DP ve Adnan Menderes-Celal Bayar diktasına karşı yapılmış özgürlükçü, Kemalist, bağımsızlıkçı, ilerici bir harekettir ancak darbeyi yapan 38 Albay içerisinde demokrasi karşıtı kişiler de bulunmaktadır. Genelkurmay başkanı Cemal Gürsel’in harekâtın başına geçmesi sonrası Türkeş ve 13 milliyetçi arkadaşı hazırlanmakta olan anayasanın özgürlükçü olmasına tepki gösterip, askeri diktatörlük yanlısı bir tavır sergileyince Milli Birlik Komitesi içerisinde bölünmeler olmuş ve sivil yönetime geçilmesi isteği bulunan üst rütbelilerin gayretleriyle Türkeş 13 arkadaşıyla beraber “Ondörtlükler” olarak yurtdışına sürülmüştür. Türkeş’in sürgünü ıÜüHükümet Müşaviri olarak görev yaptığı Yeni Delhi’de 815 gün sürmüştür. Türkeş yurtdışındayken daha sonra Cumhurbaşkanı olan Milli Birlik Komitesi başkanı Cemal Gürsel’e de iki mektup yazmış ve Menderes ve arkadaşlarının idam kararlarının iptal edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

Sürgün cezası biten Türkeş 25 Şubat 1963 tarihinde yurda döner ve dönüşünde irtibat halinde olduğu milliyetçi bir grup tarafından coşkuyla karşılanır. Artık Türkeş’in hedefi Soğuk Savaş döneminde ABD desteğini de arkasına alan Türkiye’de siyasal hayata girmek ve Türkçü ülkülerini gerçekleştirmektir. Yurda dönüşü sonrası Dündar Taşer, Ahmet Er, Muzaffer Özdağ, Rıfat Baykal ve Mustafa Kaplan eski Milli Birlik Komitesi üyesi Ondörtlükler’le olan temaslarını arttıran Türkeş ilk olarak “Huzur ve Yükseliş Derneği” isminde bir sivil toplum kuruluşu kurar. 1965 yılında ise arkadaşlarıyla beraber Fevzi Çakmak tarafından kurulmuş milliyetçilik temelli Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne girer ve aynı yıl partinin Genel Başkanı seçilir. Türkeş artık CKMP’nin başındadır ve siyasal arenada yerini almıştır.
1965 genel seçimlerinde uygulanan barajsız nispi temsil sistemi nedeniyle Türkeş CKMP milletvekili olarak parlamentoya da girecektir. Parti yalnızca % 2,2 oy almasına karşın 11 milletvekili çıkarmayı başarmıştır ve Türkeş bu başlangıçtan son derece memnundur. 1969 yılında seçimler öncesi siyasal çizgisini netleştirmek için Türkeş’in isteğiyle partinin ismi Milliyetçi Hareket Partisi, sembolü de “üç hilal” olarak değiştirilir. 68 kuşağı ile beraber Türkiye’de sol hareketler çıkıştadır ve Türkeş’e göre vatanı Amerika ile beraber komünist hainlerden korumak gerekmektedir! Bu nedenle Türkeş partinin gençlik örgütlenmesi kabul edilebilecek “ülkü ocakları”nda okutulması ve partinin siyasal çizgisini net olarak belirlemesi için “Dokuz Işık” adıyla bilinen propaganda kitabını hazırlar ve yayınlar. 1969 genel seçimlerinde MHP oyunu % 3’e çıkarmasına karşın uygulanan yeni sistem nedeniyle yalnızca bir milletvekili çıkarabilmiştir. Parti 1973 genel seçimlerinde % 3,4 oyla 3, 1977 genel seçimlerinde ise % 6,4 oyla 16 milletvekili çıkaracaktır. Milliyetçi Hareket Partisi 1970’lerde sandıkta olmasa bile sokak çatışmalarında büyük başarılar gösterecek ve MHP’li parti üyeleri birçok terör olayına karışacaktır. Türkeş’in bu dönemde “davadan döneni vurun” dediği de iddia edilmektedir. Ayrıca 1970’lerde partinin etnik Türk milliyetçisi ve Turancı çizgisi de değişecek ve Türkeş çok sevdiği Nihal Atsız’dan uzaklaşarak partiyi Türk-İslam sentezi çizgisine çekecektir. Bu yıllarda Türkeş “Tanrı Dağı kadar Türk Hira Dağı kadar Müslümanım” diyecek ve anti-komünist mücadelede yeni palazlanmaya başlayan İslamcıların da desteğini alacaktır. Hatta İslamcıların büyük üstadı Necip Fazıl da bu dönemde MHP’ye yakınlaşacaktır.

Türkeş 1970’lerde Süleyman Demirel’in kurduğu Milliyetçi Cephe hükümetlerinde ıÜüDevlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yapmıştır. Uğur Mumcu’nun “12 Eylül Adaleti” isimli kitabında belirttiği üzere MHP’liler bu dönemde bir çok terör olayına ıÜükarışmış ve 12 Eylül sonrası parti genel merkezinde bir ölüm listesi dahi bulunmuştur. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra sıkıyönetim tarafından tevkif edilen Türkeş, 29 Nisan 1981 tarihinde “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası adı ile sıkıyönetim mahkemelerinin karşısına çıkarılmıştır. Ayrıca ıÜü16 Ekim 1981 tarihinde Milli Güvenlik Konseyi kararlarıyla MHP kapatılarak mallarına el konulmuştur. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası 5 yıl 11 ay 8 gün sürmüş, 33 duruşmaya sahne olmuş ve 7 Nisan 1987’de neticelenmiştir. Türkeş içeride bulunduğu süre de göz önüne alınarak tahliye edilmiştir. Türkeş’in yokluğunda MHP’liler 1983 yılında Muhafazakâr Partisi’ni kurmuş, 1985 yılında ise partinin ismi Milliyetçi Çalışma Partisi olarak değiştirilmiştir. 1987’de siyasal yasakların Başbakan Turgut Özal tarafından yaptırılan bir referandum sonucu kalkması sonrası yapılan genel seçimlerde % 2,9 oy alan MÇP parlamento dışında kalmıştır. Parti 1991 genel seçimlerde % 10’luk barajı aşabilmek için Refah Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi ile seçim ittifakı yapmış ve sayede 11 milletvekili çıkarmayı başarmıştır. Türkeş de MÇP Yozgat milletvekili olarak TBMM’de yerini almıştır. 24 Ocak 1993 tarihinde yapılan kongrede, MÇP yerini MHP’ye bırakmış, Genel Başkanlığa da Alparslan Türkeş seçilmiştir. 1995 genel seçimlerinde ise MHP % 8,1 oyla yeniden parlamento dışında kalacaktır. Türkeş’in ölümü sonrası MHP’nin 1999 genel seçimlerinde Devlet Bahçeli liderliğinde gerçekleştirdiği başarı ve 2002 genel seçimlerinde yeniden barajın altında kalması hepimizin bildiği olaylardır. Ben bu yazıda bu konulardan ziyade Türkeş’in kişiliği, liderlik biçimi, ideolojisi ve Türk siyasal hayatına etkileri üzerinde durmak niyetimdeyim.

Türkeş bilindiği üzere son derece otoriter ve militarist bir kişidir. MHP’nin 1970’lerdeki Nazilere benzeyen para-militer örgütlenme biçimi, ABD’de aldığı eğitimin de etkisiyle Türkeş tarafından şahsen planlanmıştır. Bu uğurda özellikle her yıl yaz aylarında değişik illerde Türkeş ve arkadaşları tarafından komando kampları kurulmuştur. Türkeş güçlü kişiliği ve büyük karizması sayesinde bu dönemde Anadolu gençlerini kendi tarafına çekebilmiş ve müthiş bir ideolojik şartlandırma sonrası demokrasi karşıtı sokak çeteleri kurmayı başarmıştır. Partinin sınırlı ölçüde de olsa başarılı olmasında Amerika Birleşik Devletleri’nin partiye Soğuk Savaş koşulları içerisinde hayli sempatik bakışı ve ülkücü-İslamcı kesimlerce abartılan Sovyet tehdidi propagandasının etkisi büyüktür. Özellikle MHP’nin Türk-İslam sentezi görüşünü benimsemesi sonrası parti sol grupları “din düşmanı komünist hainler” olarak tanıtarak ülkedeki bölünmüşlüğü ve kutuplaşmayı hızla arttırmıştır. Bu ideolojinin ve propaganda tekniğinin belirlenmesinde kuşkusuz en büyük pay Türkeş’indir. Ayrıca sola yakınlık duyan Aleviler ve Kürtler de bu dönemde MHP’nin baş hedefi konumundadırlar. Bu nedenle Türkeş, Türk etnik temelli bir milliyetçilik ve Sünni İslam çizgisinde bir sentez elde etmeye çalışmış ancak ilerleyen yıllarda Atatürk milliyetçiliğinin ilerici etkisiyle giderek etnik temelli ve Alevi karşıtı çizgiden vazgeçmiştir. Türkeş’in kişisel karizmasının da ülkücü örgütlenmede etkili olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Toplumun bir bölümü tarafından sevilmese de, Türkeş sevenlerinin gözünde gerçek bir önderdir. Tok sesi ve otoriter kişiliğiyle bu dönemde yüz binlerce kişiyi etkilemeyi başarmıştır. Türkeş siyasal söyleminde demokrasiye açıkça bir tavır almak istemese de, partisinin para-militer örgütlenmesi ve karşı görüşlere yaşama hakkı tanımayan ideolojisi nedeniyle demokratlığı tartışmalı bir isim olmuştur. Özellikle 12 Eylül öncesi Türkeş ve MHP’yi tam anlamıyla demokratik bir parti çerçevesine dâhil etmek son derece hatalı olacaktır. Zira Bozkurtlar ve Ülkücüler’in dünya görüşü komünistlerin, kendini Kürt sayanların ve kendilerinin benimsediği toplumsal ahlak kurallarının dışında hareket edenlerin yok sayılması üzerine kuruludur ve bu demokrasiler için kabul edilebilecek bir tavır değildir. Türkeş 1977 yılında Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu-MİSK’i de kurmuş ancak Türk-İş ve DİSK’in güçlü bir şekilde varolduğu ve halkın soldan yana tavır koyduğu 1970’lerde MİSK oldukça zayıf kalmıştır.

MHP’nin 1970’lerde karıştığı son derece trajik terör olayları ve katliamları burada bir kez daha zikretmeye gerek yok sanırım. Ancak partinin bu aşırı milliyetçi ve saldırgan tavrının oluşmasında kuşkusuz hareketin doğal ve tartışmasız lideri Türkeş’in de büyük payı vardır. Türkeş siyasal şiddetin giderek arttığı ve kardeşin kardeşi öldürdüğü dönemlerde dahi sert üslubundan vazgeçmemiştir. MHP Türk-İslam sentezi görüşünü netleştirmeye çalışmasına karşın partinin Şaman geleneğine yakın Türkçü-Turancı tavrı nedeniyle İslamcıların bir bölümü Milli Nizam Partisi ve Milli Selamet Partisi gibi siyasal oluşumları MHP’ye tercih etmişlerdir. Daha sonra Muhsin Yazıcıoğlu liderliğinde MHP’den kopan bir grup da İslamcı yönü daha kuvvetli Büyük Birlik Partisi’ni kurmuştur. MHP İslamcı söylemine karşın laiklik ilkesi temelinde sistem karşıtı bir parti kabul edilmeyebilir. Ancak partinin ve Türkeş’in kimilerince demokrasi karşıtı sayılmalarının temel sebebi siyasal şiddete prim tanımalarıdır.

Her fırsatta güçlü bir Türkiye istediğini belirten ve konuşmalarını “Tanrı Türkü korusun” şeklinde bitiren Türkeş, her nedense ülkesinin giderek ABD etkisinde bir ülkeye dönüşmesine ses çıkarmamış, dahası bu süreci bizzat desteklemiştir. Yani diyebiliriz ki MHP’nin milliyetçilik temelli olduğunu iddia eden bir parti olmasına karşın, bağımsızlıkçı bir tavrı yoktur. 1960 ve 1970’lerde Turancı idealleri dışlamayan MHP, 12 Eylül sonrası daha sistem yanlısı bir parti haline gelmiştir. Ancak bunda kuşkusuz darbenin demokrasi karşıtı milliyetçi-muhafazakâr yapısı etkili olmuştur. Bilindiği gibi üst düzey MHP’lilerden Agah Oktay Güner 12 Eylül sonrası “fikirlerimiz iktidarda biz hapisteyiz” gibi bir söz de söylemiştir. 12 Eylül sonrası Turgut Özal’ın TSK ile elele yürüttüğü depolitizasyon çalışmalarının başarılı sonuçlar vermesi de MHP’nin 12 Eylül sonrası sistem yanlısı bir parti gibi ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Bugün MHP birçok siyaset bilimciye göre artık demokrasi karşıtı aşırı sağ değil bir merkez sağ partisidir. Ancak bu görüşlere katılmak için kanımca henüz hala erkendir. Zira MHP artan Kürt milliyetçiliği ve neo-liberalizasyon ortamında ilerici ve demokratik ulusalcı tepkilerin reaksiyoner bir şekilde ortaya çıkmasında hala etkili bir rol oynayabilir.

Sonuç olarak Alparslan Türkeş Türkiye’nin 12 Eylül felaketine sürüklenmesinin en önemli mimarlarından birisidir. Zira 1970’lerde siyasal şiddeti kınamadığı gibi desteklemiş ve muhtemelen vatanın hayrına olduğunu düşünerek ülkenin 12 Eylül’e sürüklenmesini seyretmiştir. Dahası milliyetçi olduğunu iddia etmesine karşın Türkiye’nin ulusal çıkarlarını gölgeleyen ABD ile olan asimetrik ilişkilerinin kurulmasına büyük destek vermiştir. Türkeş’in Amerika’da ne gibi bağlantılar kurduğu tam olarak bilinmemektedir ancak Soner Yalçın’ın “Reis” isimli kitabında bu konuda bazı bilgiler bulmak mevcuttur. Türkeş sevenlerinin gözünde hala Başbuğ'dur ancak siyasal tarihimize demokrasi aşığı bir figür olarak geçmeyecektir...

KAYNAKLAR
- Landau, Jacob M., “Alparslan Türkeş: A Colonel Turned Politician”, “Political Leaders and Democracy in Turkey” (ed. Metin Heper & Sabri Sayarı), 2002, Lanham, Md: Lexington Books
- Turgut, Hulusi, “Türkeş’in Anıları: Şahinlerin Dansı”, 1995, İstanbul: ABC Basın Ajansı
- Ersen, Cavid, “Başbuğ”, 1976, İstanbul: Sinan Yayınları
- Başbuğ.net, http://www.basbug.net/
- Kim Kimdir, http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=3447
- Biyografi.net, http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=225


Ozan Örmeci


Bu makale Ozan Örmeci'nin "İttihat ve Terakki'den AKP'ye Türk Siyasal Tarihi" adlı kitabından alınmıştır. Kitabı satın almak için İdefix, Kitap Yurdu ve benzeri kitap satış sitelerine bakabilirsiniz.

1 yorum:

İlyas dedi ki...

Baştan sona palavra Abd ile ilgili sözler,yok darbeye sürükleme yok şu yok bu bütün sorularınıza cevap yazarım.