12 Ekim 2008 Pazar

Cumhuriyet Halk Partisi


Cumhuriyet Halk Partisi; kimilerince sevilen, kimilerince de nefret edilen ancak kuşkusuz herkesin kabul edeceği bir biçimde Türkiye Cumhuriyeti siyasal tarihindeki en önemli ve bir anlamda devletin kurucusu niteliğindeki politik kurumdur. Aynı Hindistan Kongre Partisi ve Meksika’nın PRI’sı gibi devlet kuran parti özelliği bulunan CHP’nin bir diğer önemli özelliği çok partili rejime geçiş konusunda gösterdiği büyük çaba ve dünyadaki benzeri olan devlet kurucu siyasal partilerden bu yönüyle çok daha demokratik ve çoğulcu bir yapıya sahip olmasıdır. Sivas Kongresi’nde Anadolu’da çeşitli yerlerde kurulmuş olan “müdafaa-i hukuk” cemiyetlerinin Mustafa Kemal tarafından “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında birleştirilmesi sonrası 9 Eylül 1923 tarihinde Mustafa Kemal önderliğinde “Halk Fırkası” ismiyle kurulan CHP’nin tarihi, bir anlamda Türkiye Cumhuriyeti devletinin tarihidir. 1960’lı yıllardan itibaren hem Mustafa Kemal mirasına sahip çıkan, hem de ortanın solunda olma iddiası bulunan CHP’nin günümüzde içinde bulunduğu zor durumun kökleri aslında partinin devrimci niteliğini dönemsel koşulların ve Mustafa Kemal’in siyasetten uzaklaşmasının da etkisiyle kaybetmeye başladığı 1930’lı yıllarda aranmalıdır. Yine partinin 12 Eylül sonrası belli sosyal grup ve sınıflarla bağlar geliştirmekteki başarısızlığı kuruluş aşamasında beliren yapı çerçevesinde incelenecektir. Bu yazımda CHP tarihini mercek altına alarak Kemalizm’in ve sol düşüncenin hangi sebeplerle gün geçtikçe CHP’den tasfiye edildiğini anlamaya ve anlatmaya çalışacağım.


CHP’nin Birinci Kongresi sayılan Sivas Kongresi’nin ardından ikinci kongresi, Kurtuluş Savaşı’nın zaferle neticelenmesi ve Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonra 15 Ekim 1927 tarihinde yapılmıştır. Mustafa Kemal’in Nutuk’u baştan sona okuduğu bu unutulmaz kongrede “Cumhuriyetçilik”, “Halkçılık”, “Milliyetçilik” ve “Laiklik” CHP’nin dört temel ilkesi olarak benimsenmiş ve Mustafa Kemal partinin değişmez genel başkanı olarak kabul edilmiştir. Altı Ok’un kalan ikisi olan “Devletçilik” ve “Devrimcilik” ise partinin üçüncü kongresi olan 10 Mayıs 1931 tarihli kurultayda parti programına eklenmiştir. Bu altı çok önemli ve ilerici ilke 1937 yılında Türkiye Cumhuriyeti anayasasına da eklenecek (1924 anayasası) ve devletin temel prensipleri olarak kabul görecektir. Partinin isminin Cumhuriyet Halk Partisi yapılması ise 9 Mayıs 1935 tarihli dördüncü kurultayda gerçekleşmiştir. CHP köklerini Milli Mücadele’yi örgütleyen Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinden alan bir parti olarak, parti üst kadrosunun ideolojik eğilimleri belli bir istikamette olmasına karşın daima kendi içerisindeki çoğulculuğu koruyan (pluralist) çok sesli ve çok renkli bir parti olmuştur. Partinin özellikle tek-parti dönemindeki elit niteliği ve kadro partisi olmaya yakın yapısı, partinin toplumun her kesimini kucaklayan bir siyasal kurum olmasını engellememiş ve belki de bu nedenle CHP hiçbir zaman tam anlamıyla “sol”da olamamış, adeta devletin kendisi olarak hep merkeze yakın kalmıştır. Bu tablonun ortaya çıkışında kuşkusuz 18 Haziran 1936'da Parti Genel Başkanı Vekili İsmet İnönü'nün yayınladığı genelge ile parti ile hükümetin birleştirilmesinin de etkisi büyüktür. Ancak CHP üst kadrolarının amaçladıkları devrimleri yapamamalarının temel nedeni dönemsel koşulların da etkisiyle partiye temel ilkelere ters düşebilecek sosyal grup temsilcilerinin ilerleyen süreçte dahil edilmiş olmasıdır.


Asker ve bürokrasi kökenli Kemalist Devrim’in mimarı CHP üst kadrolarının temel amaçları bilindiği üzere pozitivist ilkeler doğrultusunda tam bağımsız bir ulus-devletin yaratılması ve devletçi-halkçı-milli siyasi ve iktisadi programlar izlenmesidir. Buna paralel olarak Jakoben bir yapısı bulunan devrimin çeşitli yollarla tabana yayılması (Köy Enstitüleri-Halk Evleri) ve Türkiye’yi muasır medeniyetler seviyesine yükseltecek sanayileşme, toprak reformu, çok partili demokratik rejime geçiş (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka deneyimleri) gibi atılımların yapılması planlanmıştır. Ancak henüz Milli Mücadele döneminde başlayan gerici isyanlar ve laik Cumhuriyet’e duyulan tepkiler, CHP elitlerinin zaman içerisinde partinin devrimci hedeflerinden giderek uzaklaşmasına neden olmuştur. Zaten bu durum parti mensuplarının sosyal kökenleri incelendiğinde de rahatlıkla görülmektedir. Mesela CHP’nin birinci kurultayına katılan delegelerden azımsanmayacak bir kısmının toprak ağası ve dini lider olması dikkat çekicidir. CHP kurulduğu dönemde örgütlü bir köylü ya da işçi kesiminin bulunmayışı ve ülkenin zor koşullar içerisinde adeta sıfırdan yeniden kurulacak olması, bunlara ek olarak yeni devletin laik yapısı ve Osmanlı’nın kolay kolay söküp atılamayan mirası nedeniyle CHP elitleri devrimci programlarından büyük ölçüde vazgeçmiş ve özellikle sorunlu bölgelerde halkı sistem yanlısı olarak tutabilmek için zengin toprak sahipleri ve saygın dini liderlere parti kapılarını açmışlardır. Yine parti ve devletin benimsediği “devletçilik” ilkesinin dönemsel koşulların da etkisiyle (Büyük Buhran, Keynesçi iktisadiyatın popülaritesi) yaygın kabul görmesine karşın, iş adamları ve yerli burjuvazi temsilcileri de CHP kadrolarında sıklıkla yer bulmuşlardır.


Mustafa Kemal’in aktif siyasetten uzaklaşmaya başladığı 1930’lu yıllarda CHP içerisinde iki grubun güç mücadelesi yaptığını görmekteyiz. 1950’lerde Demokrat Parti ve CHP arasında yaşanacak olan çekişmenin bir benzeri 1930’larda Celal Bayar önderliğindeki İş Bankası Grubu adıyla bilinen toprak reformu karşıtı liberal klik ve devletçi ekonomi yanlısı İsmet İnönü ve Recep Peker’in başını çektikleri bürokratik grup arasında yaşanmıştır. İş Bankası Grubu serbest piyasa ekonomisini, ABD ve Batı dünyası ile yakınlaşmayı savunan iş adamları ve toprak sahipleri tarafından desteklenen CHP’nin liberal sağ kanadını oluştururken, daha otoriter ve doktriner tavrı bulunan bürokratik kanat devletçiliği, toprak reformunu ve tam bağımsızlığı savunmasıyla CHP’nin sol kanadını oluşturmaktadır. Ancak hemen belirtmek gerekir ki İnönü’cü bu grubun sol anlayışı da; henüz bir işçi ve köylü sınıfı olmayan Türkiye Cumhuriyeti gibi çok geri kalmış bir ülkede sınıfsal temeli bulunmayan korporatist ve devletçi ekonomi temelli bir sol anlayıştır. CHP içerisinde ayrıca Cumhuriyetçi Muhafazakarlar olarak bilinen, yavaş ve aşamalı değişim yanlısı bir grup ve Kadro Dergisi yayınları doğrultusunda sosyalist dünya görüşüne sahip olan küçük bir komünist klik de bulunmaktadır. Ancak esas mücadele liberal ve bürokratik grup arasında yaşanmıştır. Büyük Buhran sonrası devletçiliğin dünyada prim yapması ve Kadro Hareketi’nin büyük ses getiren sosyalizm yanlısı yayınları neticesinde 1930'larda 1940’larda liberal kanat zayıflatılmış ve İnönü’nün devletçi-bürokratik grubu ön plana çıkmıştır. Zaten Atatürk'ün ölümü sonrası cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün yapacağı ilk iş; liberal kanadın önde gelen ismi Celal Bayar'ı başbakanlıktan almak olmuştur.


Ancak CHP’nin ardı ardına gelen feodal temelli ve dış destekli Kürt-İslam ayaklanmaları karşısında zor duruma düşmesi liberal kanadın elini güçlendirmektedir. Zira ordunun bu derece zayıf, nüfusun bu denli az olduğu bir ülkede toprak reformu yapmaya kalkmak oldukça riskli bir iştir. Nitekim 1945 yılında TBMM’de görüşülen toprak reformu konusu Recep Peker ekibinin tüm baskılarına karşın Celal Bayar ve Adnan Menderes başta olmak üzere liberal grubun şiddetli muhalefeti ve İnönü’nün tarafsız kalmayı seçmesi neticesinde rafa kaldırılmıştır. Belki de ayrılıkçı Kürt milliyetçiliğinin güçlenmesinin ve ulus-devlet dönüşümünün tamamlanamamasının en önemli sebebi olan devletin güneydoğu’daki feodal düzene hakim olamayışı ve bu bölgeye yabancı kalışı bu yolla sağlanmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası beliren ve batı dünyası tarafından abartılan Sovyet tehdidi, CHP içerisinde liberal kanadın daha da güçlenmesini sağlayacak ve çok partili rejime geçilmesiyle beraber CHP’den kopan liberal grup Demokrat Parti’yi kuracaktır. Ancak CHP ve DP’nin 1950’li yıllardaki tüm çekişmelerinin asıl sebebi ekonomi politikaları değil, dinin siyasete alet edilmesi konusu olacaktır. Nato süreci ile beraber Türkiye’yi batı bloğuna yanaştıran İsmet İnönü ve CHP’nin ekonomi politikasında savunduğu fikirler Demokrat Parti’nin programından çok da farklı değildir. Her iki parti de karma ekonomi yanlısı olmuş ancak DP daima sanayici ve toprak sahibinin çıkarını emekçi kesimin haklarından önde tutmuştur. İki partiyi birbirinden ayıran en önemli fark ise CHP’nin toplumun tüm kesimi kucaklamaya çalışan bir devlet partisi olma gayreti ve Kemalist ilkelerin korunmasına yönelik dikkatli tutumu, DP’nin ise burjuvazi ve feodal elitin çıkarını koruyan bir sınıf partisi olduğunu dini söylemi ve tarikatlarla geliştirdiği bağlar sayesinde gizlemeye çalışması ve gücünü konsolide etmek için Kemalist prensipleri ayaklar altına almaktan kaçınmamasıdır. TBMM’ye inanılmaz geniş yetkiler tanıyan tek-parti döneminden kalma 1924 anayasasının desteğiyle faşist-diktatörlük benzeri bir yönetim kuran Demokrat Parti 27 Mayıs devrimi ile kapatılırken, 1960’lı yıllar 1961 anayasası ile birlikte daha fazla özgürlüğü ve daha solda bir CHP’yi müjdeliyordu...


1960’lı yılların ortalarında ABD ile bozulan ilişkiler ve kesişen çıkarlar, tüm dünyada esmekte olan sol rüzgarları ve Türkiye’de örgütlü bir işçi sınıfının 1961 anayasası neticesinde ortaya çıkmasıyla CHP merkezden biraz sola açılarak kendisini “ortanın solu” olarak tanımlamaya başladı. Genel Başkan İsmet İnönü'nün Temmuz 1965'de gazeteci Abdi İpekçi'ye verdiği mülakatta açıkladığı ve o günden sonra tartışılmaya başlanan "ortanın solu" görüşü, 18 Ekim 1966 tarihli kurultayda partinin resmi politik çizgisi olarak kabul edildi. İsmet İnönü döneminde son derece kontrollü bir sol anlayışı bulunan CHP’liler yine de rakipleri büyük demagog Süleyman Demirel ve Adalet Partisi mensuplarının “komünist Sovyet ajanı bunlar”, “ortanın solu Moskova’nın yolu” suçlamalarından kurtulamıyordu. 14 Mayıs 1972 tarihli unutulmaz kurultayda genel başkanlıktan ve partiden istifa eden İsmet İnönü’nün yerine genç ve idealist Bülent Ecevit’in genel başkan olması sonrasıysa CHP soldaki konumunu netleştirmiş ve “ortanın solu”nun yerine gelen “demokratik sol” kavramıyla reformlar yoluyla düzen değiştirici bir parti olduğunu vurgulamıştır. Bu yıllarda CHP kendi içerisindeki çoğulcu yapıyı bir nebze olsun değiştirebilmiş ve şehirli emekçi-çalışan kesimle, köylü ve öğrenciyle geliştirdiği sıkı bağlar neticesinde oy oranlarını yüzde 40’ın üzerine taşımıştır. CHP bu dönemde Sosyalist Enternasyonal’e de üye olmuş ve çağdaş bir sosyal demokrasi anlayışı benimsemiştir. Evrensel sosyal demokrasi ilkeleri doğrultusunda özgürlük, eşitlik, dayanışma, emeğin üstünlüğü, gelişmenin bütünlüğü ve etkinliği ile demokratikleşme ilkeleri de CHP programında yer almıştır. Ancak özellikle güney doğuda parti temsilcilerinin toprak ağası olma geleneği değişmemiş ve bu nedenle CHP üst kadrosu hedeflediği devrimlerin birçoğunu gerçekleştirememiştir. Türkiye’nin demokratik bir siyasal mücadelen çıkıp, emperyalist güçlerin isteği doğrultusunda sokak çatışmalarına sahne olduğu 1970’lerin ikinci yarısında ise CHP tüm iyi niyetine ve çabalarına karşı istediği toplumsal dönüşümleri gerçekleştirememiş ve şiddetli esen sol rüzgarları 12 Eylül sonrası bir anda dinmiştir.


12 Eylül sonrası solda yaşanan dağınıklık, sosyal demokratların CHP ve DSP çatıları altında birleşmesiyle bir nebze olsun düzelmiş ancak CHP gün geçtikçe devrimci Kemalist hedeflerden ve soldan uzaklaşan tutumu neticesinde emekçi ve çalışan kesimin oylarını İslami söylemi olan partilere kaptırarak daha çok yükselen siyasal İslam tehlikesine karşı laiklik üzerinden oy toplayan bir şehirli orta sınıf ve şehirli aydın partisi haline gelmiştir. Bunda etkili olan kuşkusuz CHP’nin henüz parti kuruluşunda var olan yumuşak ideolojik yapısı ve toplumun tüm kesimlerini kucaklayan düzenidir. Yani Türkiye’nin çok partili rejime ve bir kapitalist demokrasiye dönüşmesini kolaylaştıran bu yapı aslında CHP’nin devrimci hedeflerinden uzaklaşmasının da en önemli faktörü olmuştur. Devletçi ekonomi prensibi parti üyesi burjuvazi temsilcilerinin de etkisiyle ithal ikamesi politikalarına dayalı bir karma ekonomi modelinden öteye geçememiş, dahası toprak reformu gibi çok önemli bir devrimci adım partinin özellikle güney doğu bölgesindeki üst düzey toprak ağası üyeleri nedeniyle atılamamıştır. 1970’lerde CHP’nin sınıfsal politikaları 12 Eylül nedeniyle durdurulmuş ve CHP dönüşümünü tamamlayamadan yeniden bir merkez partisi olarak darbe sonrası karşımıza çıkmıştır. Bugün Türkiye’nin tam bağımsızlık ve demokratikleşme yolunda atması beklenen adımları, yapması gereken reformları CHP’nin gerçekleştirememesindeki temel neden işte bu dönüşümün sağlanamamış olmasıdır. CHP ileri gelenleri bu nedenle idealizmlerinden uzaklaşarak yükselen teokrasi tehlikesine karşı laiklik ve bir tür tatlı su Kemalizm’ini partinin ana ideolojisi haline getirmiş ve dış politika-ekonomi gibi konularda temel hedeflerden uzaklaşılmıştır. Kemal Derviş’in partiye üye olması ve dış politikada Amerikancılık ve AB’cilik dışında alternatif bir proje ortaya konulamaması bunun en basit örneği olsa gerek.


CHP bugün hala sağlam tohumları neticesinde birçok konuda iktidar partisinin aksine Türkiye’nin bağımsızlığını (1 Mart tezkeresi, Kıbrıs meselesi, Kuzey Irak ve terör sorunu vs.), demokratikleşmeyi (laiklik, Alevi cemaatiyle geliştirilen ilişkiler, dokunulmazlıkların kaldırılması vs.) ve emeğin hakkını savunan (fındık meselesi, Sosyal Güvenlik Reformu'na muhalefet vs.) ilerici bir anlayışa sahip. Ancak dış politikada ve ekonomide hiçbir alternatif üretilemediği ve laiklik ile Atatürk mirası propagandasıyla oy arandığı, gerçek bir dönüşüm hedeflenmediği için CHP’nin somut bir başarıya ulaşma ihtimali zayıf gözüküyor. Partinin oy oranının yüzde 20’leri aşması şimdilik çok zor gibi. Dahası parti iktidar dahi olsa, düzenin değişimine yönelik yapabilecekleri çok sınırlı. Partinin 1970’lerde giriştiği sınıfsal bağları güçlendirme ve alternatif bir kalkınma programı yaratma çabaları tamamen rafa kaldırılmış durumda. O nedenle Türkiye’nin tam bağımsızlığını, demokrasiyi ve emeğin korunmasını-yüceltilmesini isteyenlerin CHP’ye bir süre daha “bekleyin” demeleri veya parti içerisinde yeni arayışlara girmeleri gerekiyor…
KAYNAKLAR:

- Belge.net, “CHP ve Kurultaylar Tarihi”, http://www.belgenet.com/parti/chpkurultay.html
- Özbudun, Ergun & Kazancıgil, Ali, “Atatürk: Founder Of A Modern State”, (1986), London: C. Hurst
- Heper, Metin, “İSMET İNÖNÜ The Making Of A Turkish Stateman”, (1998), Boston: Brill
- Mango, Andrew, “Kemalism İn A New Century”, Brian W. Beeley’in “Turkish Transformation: New Century New Challenges” kitabından, (2002), Huntington: The Eothen Press, 22-36
- Cumhuriyet Halk Partisi resmi web sitesi, http://www.chp.org.tr/
- Dağıstanlı, Fatin, “Sosyal Demokratlar”, (2004), İstanbul: Bilgi Yayınevi

Ozan Örmeci

Bu makale Ozan Örmeci'nin "İttihat ve Terakki'den AKP'ye Türk Siyasal Tarihi" adlı kitabından alınmıştır. Kitabı satın almak için İdefix, Kitap Yurdu ve benzeri kitap satış sitelerine bakabilirsiniz.

Hiç yorum yok: