27 Ağustos 2008 Çarşamba

Yeni Soğuk Savaş ve Türkiye


Rusya Federasyonu’nun Gürcistan’ın Güney Osetya bölgesine yönelik sivilleri hedef alan saldırılarını bahane ederek Gürcistan’a savaş açması ve Rus askerinin başkent Tiflis yakınlarına kadar gelerek Batı’ya ve Gürcistan’ın Batı yanlısı lideri Mikhail Saakasvhili’ye meydan okuması hatta dünyayı dar etmesi neticesinde birçok yerli ve yabancı siyasal analizciye göre dünyamız yeni bir Soğuk Savaş’ın eşiğine gelmiştir. Şimdi bu sürecin sonrasında gelişebilecek olan yeni Soğuk Savaş’ın Türkiye’ye olası etkileri üzerine düşünelim.

Değerlendirmemize mikro düzeyde başlarsak; Türkiye’nin Gürcistan’la özellikle Batı-ABD yanlısı maceraperest Saakasvhili’nin iktidara gelmesi sonrası iyi ekonomik ve siyasal ilişkilerinin bulunduğu bilinen bir gerçek. Özellikle AKP iktidarının ulusal düzeydeki İslamcı söylemine karşın uluslararası düzlemde Batı yanlısı güdümlü bir dış politika götürmesi de bu süreci güçlendirmiştir. İsmail Cem döneminde temelleri atılan ve Tayyip Erdoğan iktidarında sonuçlandırılan Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı projesi ve AKP döneminde başlatılıp bitirilen Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattı Türkiye’nin mikro düzeyde bir değerlendirme yaptığında ilk akla gelen konular. Bölgede Rusya’nın eski gücüne kavuşması ve yeni bir Soğuk Savaş koşullarının oluşmasının bu projeleri olumsuz yönde etkileyeceğini düşünmek bana kalırsa fazlasıyla zorlamacı bir yaklaşımdır. Zira, Rusya’nın bu işgalle hedefinin yalnızca Gürcistan’ın Turuncu Devrim’i olan Gül Devrimi’nin kahramanı ve çağdaş bir “Efruz Bey” figürü olan Saakasvhili’yi devirmek ve Rusya’ya daha yakın bir hükümet kurmaktan ibaret olduğu bilinen bir gerçek. Dahası petrol ihracının çok önemli bir kısmını Avrupa’ya yapan ve Azerbaycan’la ilişkilerinde de bir zıtlaşma içine girmemiş olan Rusya’nın bu projeleri reddedeceğine inanmak için geçerli bir sebebimiz yok.

Olaya daha büyük bir perspektiften Türkiye’nin makro düzeyde dış politikası ve bunun iç siyasete yönelik etkileri açısından yaklaşırsak; ABD’nin şekillendirdiği tek kutuplu küreselleşmeci dünya düzeninin Türkiye’ye ve aslında tüm dünyaya istikrar ve barış getirdiğini iddia etmek son derece zor. Avrupa Birliği ülkeleri ile güçlü ticari bağları bulunan Rusya Federasyonu’nun ABD ve Batı karşısında yeni bir blok oluşturmasının aslına bakılırsa orta ve uzun vadede Türkiye’nin lehine yorulabilecek bir gelişme olduğunu düşünüyorum. Birinci Soğuk Savaş döneminde Batı’nın sınır karakolluğunu yapmış ve izlenen yanlış politikalar nedeniyle Batı’ya tek taraflı olarak bağlanarak bu süreçten demokrasisi, ekonomisi, ulusal sanayisinin gelişimi ve toplumsal dinamizmi fayda değil zararla çıkmış olan ve adeta güdükleştirilen Türkiye, birinci Soğuk Savaş’tan aldığı derslerle bu süreci doğru okuyabilirse belki de hayal ettiğinin ötesinde bölgesel güç olma potansiyeline sahip durumdadır. Türkiye ile günümüzde son derece gelişmiş ekonomik ilişkileri bulunan ve birinci Soğuk Savaş döneminin tersine Batı yanlısı konumumuza rağmen bize karşı toprak talebi ya da herhangi başka bir düşmanca tavır içerisinde girmemiş Rusya’nın güçlenmesi aslında Türkiye’nin alternatif pek çok şekilde gücünün artmasına yol açabilir.

Birinci olarak Türkiye Batı yanlısı tutumunu korumasına rağmen aynen 12 Mart öncesi Demirel hükümetinin ve daha sonrasında CHP-MSP koalisyonun yaptığı gibi Rusya ile de dostane ilişkiler geliştirip teknolojik ve ekonomik anlamda bu ülkeden destek, yardım sağlayabilir. 1970’lerde İskenderun’da kurulan demir-çelik tesislerinin benzerlerinin ve Rusya’dan alınan teknoloji desteğinin, Rusya ile ilişkilerimizin çok daha iyi olduğu böyle bir dönemde olmaması için hiçbir neden gözükmüyor. Türkiye yeni Soğuk Savaş koşullarında iki blok arasında dengeleyici bir unsur olarak bölgede kendi alternatif işbirliği arayışlarına yönelerek kendi bölgesel güç konumunu da istikrarlı hale getirme şansına sahip. Özellikle Türkiye’nin başını çektiği ve ülkemizin sınır komşularıyla birlikte izlenebilecek olan tarafsız bir dış politika Türkiye’nin bölgesel güç konumunu perçinlerken, her iki bloktan da birçok alanda destek ve yardım almasının kapısını aralayabilir. Üçüncü bir seçenek ise henüz sosyal, kültürel ve siyasal düzeyde tam olarak olgunlaşmamış olmasına karşın özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bir süredir ilgi gördüğü anlaşılan Rusya ile birlikte bir Avrasya Birliği projesi kapsamında işbirliğine gidilmesi ve Batı’nın karşısına geçilmesi düşüncesidir. Putin’in baş danışması Aleksandr Dugin’in başını çektiği Avrasyacı entelektüeller için Türk-Rus işbirliği emperyalizmin bölgeden uzaklaştırılması ve coğrafyamıza huzur, barış ve istikrar getirilmesi için eşi benzeri görülmemiş bir fırsattır. Her üç senaryo da incelendiğinde Türkiye’nin günümüzde Avrupa Birliği kapısında uyutulduğu ve Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında sınırlarına yönelik tehditkar seslerin yükseldiği mevcut statüko ortamından çok daha iyi koşullar yarattığı görülecektir.

Yeni Soğuk Savaş koşullarının Türkiye’nin iç politikasına da etkisi büyük olacaktır. Geçmişte Soğuk Savaş koşulları; bürokratik yapıya rejime Batı yanlısı olduğu sürece istediği gibi yön verme hakkını tanımış ve bu da Türk demokrasisine büyük zarar vermiştir. Emek hareketleri ezilerek toplumsal dinamizm yok edilmiş ve aydınlık Türk insanının yerine çıkarcı, bireyci, ülke sorunlarına duyarsız muhafazakar garip bir nesil vatandaş türetilmiştir. Dahası Soğuk Savaş rahatlığındaki Türkiye kendi ulusal sanayisini güçlendirmemiş ve NATO’ya güvenmesinin bedelini 1974 yılındaki Kıbrıs Barış Operasyonu ve sonrasında ağır şekilde ödemiştir. Birinci Soğuk Savaş’ın bize verdiği temel ders, Türkiye hangi safta yer alırsa ve kimden ya da kimlerden yardım alırsa alsın artık kendisini bir yere tek taraflı olarak bağlamak hatasına düşmemelidir. Ulusal silah ve güvenlik endüstrisi başta olmak üzere Soğuk Savaş koşullarında dışarıdan alınabilecek desteklerle kendi sanayimizi ve teknolojimizi geliştirmemizin önü açıktır. Dahası artık toplumsal dinamikler dış politika çizgimizle uyumlu bir şekilde götürülmeli ve bu ülke üzerine zorla Amerikancı ya da Avrasyacı gömlek giydirilmemelidir. Bilinçli hale getirilmiş, özgürleştirilmiş bir halkın seçenekleri elbette dış politikada da önemli rol oynayacaktır. Bir diğer önemli sonuç devlet yapısının bu süreçte yeniden toparlanması ve siyaseten değil ancak kurumsal olarak yeniden eski gücüne kavuşması olabilecektir. Bunun sonucu olarak Türkiye’nin terörizmle mücadelesi, dış politikada Batı tarafından önüne şantaj unsuru olarak konulan 1915 Ermeni soykırım yalanı ve birleşik Kıbrıs gibi tezlerle mücadele etmesi çok daha kolay bir hale gelecektir.

ABD’nin Kafkasya başta olmak üzere birçok coğrafyada kapitalizmin gücüyle yaptırdığı turuncu devrimler görüldüğü üzere Rusya’nın ekonomik alandaki gelişimine paralel olarak jeo-stratejik algılamalarında da bir yeniden canlanma yaratmış ve köşeye sıkışan ayının ilk pençesi Gürcistan’a yönelik olmuştur. Bundan sonra olacak gelişmeler bize yeniden iki kutuplu bir dünyanın gelmekte olduğunu gösterebilir.

Ozan Örmeci

Hiç yorum yok: