25 Ağustos 2008 Pazartesi

Yaban Romanı Üzerine




Son dönemlerde özellikle Yalçın Küçük'ün televizyon konuşmalarıyla ve AKP'nin yüzde 47 oy almasıyla yeniden gündeme gelen Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Yaban romanı üzerine bir özet ve değerlendirme yazısını sizlerin beğenisine sunuyorum.



Roman Haymana Ovası, Porsuk Çayı civarında geçiyor. Kurtuluş Savaşı’nda bir kolunu kaybeden Ahmet Celal; ailesi, yakını olmayan biridir ve eri olan Mehmet Ali’nin daveti üzerine Mehmet Ali’nin köyüne yerleşir. Başlarda Mehmet Ali’nin evinde kalmaktadır. Uzun süren savaştan yorgun düşmüştür ve tek kolunu kaybetmesi onun sıkıntısını arttırmaktadır. Herşeyden elini ayağını çekip, köyde sakin bir yaşam kurmayı hayal eder. Ancak köy ve köy ahalisi savaşın etkisi ve devletin ilgisizliği nedeniyle sefil bir haldedir. Köylüler kısa boylu, cılız ve bakımsızdır. Giysileri paramparça olmuş, sakalları iyice uzamış ve genç olanların dahi yüzleri kırışmıştır. Köylüler ayrıca çok cahil ve bağnazdırlar. Kurtuluş Savaşı hiçbirinin umrunda değildir sadece askere alınmamak için neler yapabileceklerini düşünmektedirler. Ahmet Celal başlarda Kurtuluş Savaşı’nda verdiği mücadeleyi gösteren olmayan kolunu köylülere fark ettirmek için uğraşır ancak hiçbir köylü onun bir kolunun olmamasını yadırgamaz. Bunun nedeni köyde de birçok sakat insanın bulunmasıdır. Ahmet Celal Mehmet Ali’nin evinde Mehmet Ali’nin annesi, iki kız kardeşi ve erkek kardeşi İsmail’le beraber kalmaktadır. Ahmet Celal birgün kahvede köyün zengini Salih Ağa ile tanışır. Salih Ağa zavallı durumdaki cahil köylüleri hile dolapla iyice sömüren uyanık, menfaatçi bir adamdır. Ahmet Celal onu ilk günden sevmez. Salih Ağa’da ondan hoşlanmaz çünkü onun diğer köylüler gibi kolay sindirilecek bir insan olmadığını anlar.


Romandaki diğer önemli bir karakter Bekir Çavuş’tur. Bekir Çavuş Anadolu’da çok gezmiş bir insandır ve bu nedenle diğer köylülere göre biraz daha bilgili, kültürlüdür. Ahmet Celal kendisine en yakın olarak onu görür ve genelde onunla sohbet eder. Ahmet Celal savaş gelişmelerini takip etmek için kasabadan gazete aldırır ve Mustafa Kemal’in haklılığını, bağımsızlığın önemini köylülere anlatmaya çalışır. Ancak köy muhtarı yobaz bir insandır ve Mustafa Kemal’in yaptıklarını köylülere çarpıtarak anlatır, onu bir hain gibi tanıtır. Köylülerde Mustafa Kemal düşmanıdır ve bağımsızlık yerine düşman egemenliği altında yaşamaya razıdırlar. Köye zaman zaman Şeyh Yusuf diye biri gelir. Köylüleri okuyup, üfler ve yüklüce miktarda para, erzak alıp köyü terkeder. Ahmet Celal Şeyh Yusuf’un sahtekar olduğunu ahaliye anlatmaya çalışır ama diğer konularda olduğu gibi bu konuda da köylü onu dinlemez. Birgün Ahmet Celal Şeyh Yusuf’a gider ve onunla tartışır, Şeyh köyü onun yüzünden hemen terkeder. Bunun üzerine köylüler Ahmet Celal’i dışlamaya başlar ve ona “Yaban” lakabını takarlar. Bunun nedeni Ahmet Celal’in kendilerine hiçbir yönden benzememesi en basitinden mesela hergün traş olmasıdır. Ahmet Celal artık köyden ve köylülerden nefret etmeye başlamıştır. Zaten onu hayata tek bağlayan şey olan Kurtuluş Savaşı’ndan da kötü haberler gelmektedir. Bu dönemde ayrıca Mehmet Ali köyden bir kızla evlenir. Bu sıkıntılı dönemde Ahmet Celal’in bir gün komşu köylerden birinden geçerken gördüğü bir kız onu tekrar hayata bağlar. Bu kız diğer köylülerin aksine Ahmet Celal’e güzel gözükür. Onun utangaç, nazlı hareketleri, güzel yüzü ve vücudu Ahmet Celal’in başını döndürür. Birara onu istetmeyi düşünür ama daha sonra aynı kıza Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’in talip olduğunu öğrenir ve hemen bu düşüncesinden vazgeçer. İsmail tam bir haylazdır ve evde sürekli sorun çıkarır. Kızkardeşlerine, annesine zulüm uygular ancak gücü Ahmet Celal’e yetmez. Ayrıca kısa boylu, kambur ve zayıftır. Ahmet Celal güzelim Emine’nin İsmail’le evlenecek olmasını bir türlü hazmedemez. Zaten Mehmet Ali tekrar askere gittikten sonra annesi de Ahmet Celal’e kötü davranmaktadır. Bunun üzerine Ahmet Celal Bekir Çavuş’un köyün biraz dışındaki evine taşınır. Burada köylü bir kadın gelip kendisine yardım etmektedir. Ayrıca bir eşek almıştır ve en iyi dostu raflardaki kitapları ile ahırındaki eşeğidir. Eşek Ahmet Celal’in yalnızlığına ortak olur, inlemeleriyle onun durağan hayatına biraz renk katar. Bir süre sonra düşman uçakları köy üzerinden geçmeye ve yere bazı bildiriler atmaya başlarlar. Bu bildirilerde, bir süre sonra köy düşman askerlerinin geleceği ancak kimseye zarar gelmeyeceği ve köylülerin korkmamaları gerektiği yazılıdır. Ahmet Celal artık köylüden tamamen kopmuştur ve onların ne yaptıklarıyla ilgilenmemektedir. Köylüler üzülmek, korkmak bir yana düşmanın kendilerine para bırakacağını düşünmekte ve geleceklerine sevinmektedirler. Bu arada köy Cennet adlı bir kadının yaptıklarıyla çalkalanır. Bekaret ve namus köyde çok önemli kavramlardır ancak Cennet kocası Süleyman’ı aldatmaktadır ve birçok kez köyde değişik erkeklerle yakalanmıştır.


Bir süre sonra köye düşman askerleri girmeye başlar. İlk günlerde düşman askerleri kaba değillerdir. Sadece Ahmet Celal’in eşyalarını karıştırır ve silahına el koyarlar. Birkaç gün köyde bu şekilde geçer. Düşman askerleri köyde diledikleri gibi yiyip içmektedirler ve bunların parasını daha sonra ödeyeceklerini söylemektedirler. Salih Ağa düşmana her konuda yardımcı olur, ileride olabilecek bir tatsızlıkta düşmanın kendisine bir zarar vermemesi için böyle bir politika izlemektedir. Ahmet Celal’de düşmanın kötü niyetli olduğundan emindir ve köyden kaçmanın yollarını aramaktadır. Bir sabah Ahmet Celal seslerle uyanır. Kapısının önünde birkaç düşman askeri onu rahatsız etmektedir. İçeride Ahmet Celal’den başka onun sonradan tanıştığı ve arkadaş olduğu küçük yaştaki çoban Hasan ve Ahmet Celal’e bakan kadın vardır. Düşman eve gelir ve Ahmet Celal’in kitaplarını yırtmaya başlar, Ahmet Celal onlarla boğuşur. Bu boğuşma sonucu küçük Hasan araya girmek isterken düşman askerleri tarafından öldürülür. Köyde artık savaş resmen başlamıştır. Düşman askerleri köy halkını evlerinden çıkarır ve evleri yakmaya başlar. Halk köy meydanında toplanır. Kadınlar, kızlar ağlamakta, erkekler çaresizlik içinde beklemektedirler. Ahmet Celal’de aşkı Emine’yi orda görür ve onunla arka taraflara doğru geçerler. Emine’de İsmail’le evlendiğine pişmandır. Bekleme süresince aralarında yeniden birşeyler doğar ve Ahmet Celal beraber kaçmak için bir plan yapar. Akşam saatlerine doğru evler yanmaya devam ederken düşmanlar kadınlara saldırmaya, tecavüz etmeye, erkekleri dövmeye başlar. Ahmet Celal bu kargaşayı fırsat bilip, Emine ile beraber dağa doğru kaçar. Gece boyunca köyden silah sesleri, ağlayışlar, bağırışlar duyulur. Dağa doğru da ateş açılır ve hem Emine hem de Ahmet Celal vurulur. Geceyi birbirlerini tedavi ederek koyun koyuna yatarak geçirirler. Düşman aynı gece köyü terkeder. Ahmet Celal’le Emine yaralıdır ancak yollarına devam etmelidirler. Emine tüm gayretine rağmen vurulduğu için yürüyemez ve orda kalır. Ahmet Celal karnından kanlar akar bir halde yürümeye devam eder...


Türk Edebiyatı’nın önde gelen eserlerinden biri olan Yaban kanımca bazı çevreleri rahatsız edebilecek bir romandır. Yaban toplumsal bir gerçekliği çok keskin bir anlatımla ve sürükleyici bir hikayeyle anlatır. Özetten de anladığımız gibi romanda köylüler cahil, yoz, bağnaz ve aciz olarak gösterilmiştir. Ahmet Celal’le köylüler arasında inanılmaz bir kopukluk vardır. Köylüler Ahmet Celal’in temiz olmasını, düzgün giyinmesini yadırgamaktadırlar. Ayrıca köylüler ülkelerinin bağımsızlık savaşıyla ilgilenmemekte, Mustafa Kemal’e düşman gözüyle bakmaktadırlar. Düşman askerlerinin gelmesinden rahatsız değillerdir ve kendilerine saldırılmadıkça onların hakimiyetine razıdırlar. Yakup Kadri'nin daha sonraları Kadro Hareketi ile somutlaştıracağı "halka rağmen halk için" şeklinde jenerik bir özeti yapılabilecek elitist, himayeci ve entelektüel bir kadro gereksinimini yansıtan düşünceleri bu romanda da bulunabilir. Zira köylüler doğru ile yanlışı seçemeyecek kadar cahil, fakir, siyasetten yabancılaşmış durumdadırlar. Yakup Kadri, köylüleri bu denli kötü bir biçimde ele aldığı romanının birçok yerinde bu suçun köylülerde olmadığını da belirtmiştir. Kitaptan bir alıntı yapmak istiyorum. Ahmet Celal kitabın bir yerinde şöyle düşünmektedir: “Eğer bilmiyorlarsa kabahat kimin? Kabahat benimdir. Kabahat, ey bu satırları heyecanla okuyacak arkadaş, senindir. Sen ve ben onları, yüzyıllardan beri bu yalçın tabiatın göbeğinde, herkesten, herşeyden ve her türlü yaşamak şevkinden yoksun bir avuç kazazede halinde bırakmışız. Açlık, hastalık ve kimsesizlik bunların etrafını çevirmiştir. Ve cehalet denilen zifiri karanlık içinde, ruhları her yanından örtülü bir zindanda gibi mahpus kalmıştır”. Görüldüğü gibi Yakup Kadri, bu cehaletin sorumlusunun köye eğitim, teknoloji ulaştıramayan devlet ve onları doğru yöne kanalize edemeyen aydınlar olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle romanın rahatsız edici içeriği kadar Milli Mücadele'ye duyarsız kalabilecek hatta bunun karşısında saf tutabilecek insanlar yaratan Osmanlı sisteminin sorgulanması gerekliliğine dikkat çekmek isterim. Aynı Soğuk Savaş döneminde tohumları atılan ve şimdilerde "Humeyni'yi seviyorum, Atatürk'ü sevmiyorum" diyebilen kendi ülke ve tarihine yabancılaşmış ucube nesil gibi...



Ozan Örmeci

Hiç yorum yok: